27 Şubat 2010 Cumartesi

Oturduğunuz yerden kilo verin





Oturduğunuz yerden kilo verin

Artık kilolarınızı oturduğunuz yerden verebilirsiniz.




Cinsel işlev bozuklukları da dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde kullanılan hipnozla tedavi aynı zamanda zayıflamayı da kolay hale getiriyor






Hipnoz denilince aklımıza sürekli uyku halindeki kişinin karşısındakinin söylediklerini yapması gelse de uzmanlar, hipnozun birçok hastalığın tedavisinde tamamlayıcı olduğunu söylüyorlar.

Cinsel işlev bozuklukları da dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde kullanılan hipnozla tedavi aynı zamanda zayıflamayı da kolaylaştırıyor. Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz Psikoterapi ve Hipnoz Uzmanı Dr. Haluk Alan ile hipnozla ilgili merak edilenleri ve hipnozla zayıflamayı konuştuk.

Hipnozla tedavi ne anlama geliyor?

Hipnozla tedavi; hipnoza alınan kişiyi (suje) belli bir trans derinliği ve telkinler eşliğinde, sorunu ya da sorunlarına yönelik içsel olgularına yönlendirebilme durumudur. Alternatif bir tedavi yöntemi olmayıp, tedavileri tamamlayıcı bir unsurdur.

"Hipnozla tedavi ile her şeyi yapabilseydim şimdi zengin olurdum"

Ne kadar zamandır bu işle uğraşıyorsunuz?

Son 7 yılı aktif olmak üzere yaklaşık 9 yıldır hipnoz yapıyorum. Eğer hipnoz yapan kişi olarak elimde farklı güçler olabilseydi ve ben bunları hipnoza giren kişinin bütün karşı çıkmalarına rağmen istediğim şekilde kullanabiliyor olsaydım herhalde Türkiye'nin değilse bile bölgenin en zengin adamı olurdum. Çünkü, bana müracaat eden tekstil fabrikatörlerinin sadece 2-3 tanesinin banka hesaplarını kendi üzerime transfer etseydim bu bana yeterdi.

Kimler hipnozla tedavi yapabilir?

Hipnozla tedavide hekimler, psikologlar ve diş hekimleri görev alabilirler. Sadece sertifika alarak hipnoz yapmaya yetkilendiğini zanneden hekim ve psikolog dışı kişilere güvenmeyin ve onlara hipnoz olarak geleceğinizi karartmayın.

Kişi için bir tehlike var mıdır?

Hipnoz doğduğumuz günden bu yana aslında her gün karşılaştığımız ve hatta yaşadığımız doğal ve normal bir durumdur. Dalmış vaziyette televizyon seyrederken ya da kitap okumaya daldığımız ancak bize sesleneni duyuyor olmamıza rağmen yanıtlayamadığımız anlar hep doğal hipnoza örneklerdir. Bunları yaşadığımız anlarda beynin alfa düzeyindedir. Yani hipnozda yaşanılan evre. Bu yüzden eğer yetkili bir hekim ya da psikolog tarafından uygulanıyorsa, hipnozun hiçbir tehlikesi yoktur. Şimdiye kadar sadece hipnozdan kaynaklanan, tespit edilmiş bir psikolojik ya da fizyolojik zarar belirtilmemiştir.

Hipnozla zayıflamak mümkün müdür? Nasıl?

Düşünerek zayıflama derken biz düşünce gücünü ve dolayısıyla zihnimizi ve daha da önemlisi bilincimizi ve bilinçaltımızı kastediyoruz. Zihinsel yoğunlaşmayla elde edilebilecek yararlar sadece zayıflama ile sınırlı değildir.

Metropolitan Üniversitesi uzmanlarından Dave Smith'in yaptığı araştırmada her gün bir saat egzersiz yapanlardan daha çok, 1 saat aynı egzersizi yaptığını düşünen, bunu düşünen, zihninde canlandıran grup başarılı olmuş hatta yarım kilo daha fazla kilo vermişlerdir.

Bizlerin de hipnozda kullandığı imajinasyon yöntemi kişinin belli bir beyinsel dalga boyuna getirilmesiyle sağlanabilir. Bunun en iyi sağlandığı zaman dilimi beynin alfa dalgalarının hakimiyetinde olduğu dönemlerdir. Uykuya dalmaya hazır olduğumuz anlar ve hipnozun bazı aşamalarında bu dalga boyunun hakimiyeti söz konusudur.Uykulu veya hipnotik trans durumunda vücuttaki bilinçli bütün zorlamalar en aza inmektedir. Dolayısıyla bu dönemde bilinç tarafında ortaya atılacak bilinçli çatışmalar önlenmekte, bilinçaltı bütün haşmetiyle size yardım etmek üzere gönderilecek olumlu telkinleri almaya müsait hale gelmektedir. Telkinlere açık olunan bu dönemde, bilinç geri plandadır. Bilinçaltını size faydasız bazı alışkanlıklardan temizleyip, yepyeni bir anlayışa yönlendirmek işte bu dönemde mümkündür.

Bu imajinasyonun yanı sıra; kendini gelecekte nasıl görmek istiyorsa, yani mutlu, sağlıklı, estetik, ideal kilosuna ulaşmış, stresten uzak, huzurlu v. b. özellikleri kendi üzerinde görmeye çalışır. Ve bilinçaltına şu uyarıyı gönderir: "İşte ben bu olmak istiyorum. İnanıyor ve biliyorum ki bu isteğim mutlaka yerine getirilecektir…

Çikolata yemekten kendini alamayan hasta tam 12 kilo verdi

Yıllardır çikolatalı besin tüketmekten kendini alıkoyamayan bir hastam (A.G.) oluşturduğumuz etkin imajinasyon (Düşünsel yoğunlaşma) etkisiyle ilk seansımızda yediği o çikolatalı dondurmaların gres yağından üretildiği sanısıyla, seans sonunda kısa bir süre öğürme ve kusma şeklinde tepki göstermişti. Bu imajinasyonun bir gücüydü. Şimdi o hastam toplamda 12 kilo ile en iyi zayıflayan hastalarım arasındadır. Aradan 2 yılı aşan bir sure geçmiş olmasına rağmen verdiği kilolarını geri almamıştır. Bu arada çikolatalı dondurma ve diğer ürünleri de çok büyük bir rahatlıkla tüketebilmektedir. Ama sadece ihtiyacı kadar, aşırıya kaçmadan, bilinçli olarak.

Hipnozla zayıflamak kalıcı bir sonuç mudur?

Tüm bu anlatılanlardan sonra evet! Diğer yöntemlere kıyasla zihinsel yoğunlaşma ve hipnoz yöntemiyle yapılan zayıflama kalıcı olmaktadır.

Nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz?

Biz uygulamayı genelde 5 seans üzerinden yapıyoruz. Sonra 15 günde bir, ayda 2, ayda 4, ayda 8 ve 12 ayda bir olmak üzere 6 kez hatırlatma seansları uyguluyoruz. Ancak hasta bu dönemler içinde ilk 21 gün geceleri tam yatmadan önce gece hipnozu seansları yapmaktadır. 21 gün sonunda elde edeceği başarı ve kazanacağı alışkanlık onun ruhunda " istediğini elde eden insanın" huzurunu yaşatacaktır. Yaklaşık hastalarımızdan ayda 4-5 kilo civarında kilo vermelerini istiyoruz.

Cinsel sorunlara da çare oluyor

Cinsel sorunlar hipnozla destek veriyor musunuz?

Cinsel sorunların hipnoz yöntemiyle tedavisi mümkündür. Özellikle vajinismus, orgazm bozukluğu, cinsel isteksizlik, erken boşalma, ereksiyon problemi ve geç boşalma, üzerinde çalışılan ve hipnoz yöntemiyle olumlu sonuçlar alınan cinsel problemlerdir. Her bir sorun için farklı hipnotik uygulama bulunmaktadır. Ancak bu ve diğer sorunlarda amaç sadece hipnoz yapmak değildir. Hipnoz öncesinde kişiden sorunu hakkında yeterince bilgi alınmakta, sonra kendisine konulan tanı doğrultusunda bilgi verilmekte ve terapi süreci hakkında bilgilendirilmesi sağlanmaktadır. Bu devrelerden geçen hasta uygun trans derinliğine alınarak çeşitli terapi teknikleriyle tedavi edilmektedir.

Vajinusmusta en etkili yöntemlerden biri

Hipnozla tedavi sonrasında kişi tamamen iyileşir mi?

Hipnozla tedavide kişinin sorununa bağlı olarak tedaviden alınan yanıtlar da değişmektedir. Psikolojik sorunlar bağlamında ele aldığımızda örneğin sadece ilaçlı tedaviye oranla, hem ilaçlı tedavi ve hem de psikoterapi ve hipnoz uygulamaları daha kalıcı tedavi imkanı sunmaktadır. Panik bozukluğundan takıntılı durumlara ve cinsel sorunlara kadar birçok problemde daha kalıcı bir tedavi için psikoterapi ve içinde hipnoza yer verilmektedir. Vajinismusta en etkin tedavi yöntemlerinden biri hipnozdur. Hipnozla daha önce tedavi edilememiş birçok vajinismus hastasını tedavi ederek operasyonlarla sağlanamayan tedaviyi hipnozla sonuçlandırmak mümkün olmuştur. Cinsel yaşamın daha zevkli ve sorunsuz hale getirilmesinde hipnozun çok önemli katkıları olmaktadır. Özellikle batıda ön yargısız bir şekilde terapilerde kullanılmakta olan hipnoz, sorunların kalıcı çözümü noktasında terapistlere büyük kolaylıklar sağlamaktadır.

Güzellik uykusu

Güzellik uykusuDerin bir uykuya dalan insanın vücudundaki hormon düzeyi düzelir ve hücreleri yenilenir.

Uyku, güzelliğin en güzel ilacı. Geceleri cildimiz, gündüze oranla kendini sekiz kat daha çabuk yenilenir. Hücreler ve damarlar aktif bir şekilde çalışır ve cilt daha gergin olur. Gece yatmadan önce süreceğiniz bir nemlendirici de sabahları cildinizin daha pürüzsüz olmasını olanak sağlar.


Midenizin geceleri rahat etmesini istiyorsanız, yatmadan önce hafif bir şeyler yemeğe özen göstermelisiniz. En ideali makarna, ekmek veya patates. Çünkü karbonhidrat, vücudu uykuya hazırlar. Ayrıca tatlı sevenlerde yaşadı! Çikolata, içerdiği mutluluk hormonu serotoninin sayesinde vücudun rahatlamasını ve gevşemesini sağlıyor.

Yatmadan önce ayak tabanlarınıza, saç derinize ve alnınıza masaj yapabilirsiniz. Ne kadar rahatladığınızı ve gece daha iyi uyuduğunuzu fark edeceksiniz.

Kendinize sıkı bir uyku programı hazırlayın. Gece yatacağınız ve sabah kalkacağınız saatler belli olsun. Geceleri daha rahat uyumak istiyorsanız, yatmadan önce birkaç ısınma hareketi yaparak kaslarınızın gevşemesini sağlayın.

Gece için üretilen nemlendiriciler ve vücut losyonları içerdikleri maddeler sayesinde sakin ve huzurlu bir gece geçirmenizi sağlar. Bu nedenle yatmadan önce vücudunuzu bakım ürünleriyle beslemeyi ihmal etmeyin.

Kola, çay, kahve ve nikotin uykunun en büyük düşmanlarıdır. Yatacağınıza yakın bunlardan uzak durun. Alkolü ise fazla kaçırmayın. Bir bardak bira veya şarap rahat uyumanızı sağlayacak, fakat daha fazlası uyumanızı engelleyecektir.
Yattığınız oda da uykunuzun aynasıdır. En ideal odalar; ses olmayan, karanlık, iyi havalandırılmış ve maksimum 18 derece olan odalardır. Uyuduğunuz odada mavi rengin hakim olmasına özen gösterin. Çünkü mavi insanı dinlendirir.

Gece rahat uyumak istiyorsanız, size bir önerimiz var: Su dolu bir kasenin içine 2-3 gül ve 5 damla gül yağı koyun ve başucunuza alın. Sabah ne kadar huzurlu uyandığınızı fark edince, siz de şaşıracaksınız.

Stresli ve yoğun bir gün mü geçirdiniz? O zaman küveti ılık suyla doldurun, içine lavanta ve biberiye esansları ekleyin ve günün yorgunluğunu üzerinizden atın.

Yatağınıza yattıktan kısa bir süre sonra uykuya dalamıyor ve sürekli bir yandan bir yana dönüyorsanız, yatmadan önce bir şeyler okumayı deneyin. Tercihinizi güzel bir aşk hikayesinden yana yaparsanız, daha huzurlu bir şekilde uykuya dalacağınızdan emin olabilirsiniz. Hatta kısık seste klasik veya slow müzik de hiç fena olmaz.

Saçlarınızın neden döküldüğünü biliyor musunuz?

Saçlarınız neden dökülüyor?Bir çok insan saç dökülmesinden şikayetçi olurlar. Ve bir çok çare ararlar, peki bu soruyu kendinze sordunuz mu saç dökülmesinin de bir nedeni varmı?

Dikkat! Saçlarınızın dökülmesi, sağlığınızla ilgili önemli değişikliklerin göstergesi olabilir.


Bakımlı ve temiz saçlar, yüzyıllardır özellikle kadınlar için güzelliğin en önemli unsurlarından birisi. Öyle ki saçlarda meydana gelen her patolojik durum, kişide derin psikolojik sorunlara sebeb olabiliyor. Dolayısıyla saç problemleri kişiler için önemli bir stres kaynağı yapıyor. Anadolu Sağlık Merkezi'nden Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Figen Akın, kadınlarda saç dökülmelerinin nedenleriyle ilgili bilgi verdi.

Kadınlarda; "yaygın" ve "erkek tipi" olmak üzere iki tip saç dökülmesi görülüyor. Erkek tipi saç dökülmesinde, özellikle saç üst kısımlarında seyrelme ve bu bölge saçlarında incelme gerçekleşiyor. Erkek tipi saç dökülmesi genellikle yumurtalık kistleri, hormonal bozukluklar ve böbrek üstü bezi büyümeleri sonucu oluşuyor.

Hızlı kilo kaybı saçların dökülmesine neden oluyor

Anadolu Sağlık Merkezi'nden Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Figen Akın, kullanılan ilaçlardan beslenme alışkanlıklarına kadar pek çok faktörün saç dökülmesi üzerinde etkili olabileceğini belirterek şu bilgileri verdi:

"Saç, vücut sağlığının spesifik bir barometresidir. Saç dökülmesinin yaygın nedenleri arasında tansiyon düşürücü, kan sulandırıcı, lipid düşürücü ve guatr ilaçlarının da araların da bulunduğu ilaçların yanı sıra radyasyon ve kemoterapi gibi kimyasal maddelere maruz kalınması yer alıyor. Hormonal nedenler ile sıkı diyetler ve hızlı kilo kaybı gibi beslenme faktörleri, anemi, gebelik, ateşli hastalıklar da saç dökülmelerinde etkili oluyor. Vitamin ve özellikle çinko ve selenyum gibi mineral eksiklikleri, yaşlılık, tiroid ve bağışıklık sistemi hastalıkları, yaygın veya bölgesel deri hastalıkları, psikolojik veya fiziksel stres gibi nedenler de saç dökülmelerine yol açıyor."

Saçın her gün yıkanması doğru değil

Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Figen Akın Saç dökülmesini önlemek için önce buna neden olan hastalıkların tedavi edilmesi gerektiğini söyledi ve saçın her gün yıkanmasının doğru olmadığına dikkat çekti:

"Saç dökülmesini önlemek için öncelikle altta yatan hastalıkların tedavi edilmesi gerekiyor. Bunun dışında beslenme alışkanlıklarına, özellikle proteinden zengin, karbonhidrattan fakir beslenmeye, yeşil sebze, süt, yumurta, baklagiller tüketimine dikkat edilmeli. Saça mümkün olduğu kadar boya, jöle, fön gibi fiziksel ve kimyasal uygulamalar yapılmamalı. Kışın soğuğa, yazın güneş ve deniz suyunun oluşturduğu kuruluğa karşı gerekli önlemler alınmalı. Saçı her gün yıkamak doğru değil. İki üç günde bir PH değeri 5,5 olan şampuanlar ile yıkamak yeterli. Saçı sık yıkamak saçın yağ dengesini bozar. Eğer bu hususlara dikkat edilirse zaten saç dökülmesi de en aza indirilir."

Sonbaharda saçlar daha çok dökülüyor!

Sonbaharda saç dökülmesi diğer mevsimlere göre daha fazla oluyor. Bunun nedeni bu mevsimde sebze ve meyvenin az olması nedeniyle vitamin alımının azalmasıdır. Ayrıca havaların soğumaya başlamasıyla saçı besleyen kısım olan ve saç soğanı olarak adlandırılan bölgedeki kanlanmanın azalması, soğan kısmının boyutlarında küçülmeye neden oluyor. Bu da saçta dökülmeye yol açıyor. Fakat bir süre sonra bu dökülme kendiliğinden geçiyor. Devam etmesi durumunda bir doktora başvurmakta yarar var.

Gebelik döneminde saçların tümü büyüme evresine girerken, doğumdan üç dört ay sonra saçların hepsi dökülme evresine giriyor ve dökülüyor. Fakat bu, mevsimsel saç dökülmesi gibi geçici bir durum. Doğumdan sonra başlayan bu saç dökülmesi 6 ay ila 1 yıla kadar uzayabiliyor. Gebelik döneminde ek çinko kullanımıyla doğum sonrası meydana gelen saç dökülmesinin şiddeti azaltılabiliyor. Ayrıca gebelik döneminde demir eksikliğinin giderilmesi de bu dökülmenin azaltılması açısından önem taşıyor.

Sağlıklı saçlar için deniz mahsulleri tüketin

Saç dökülmesinin en önemli nedenlerinden birisi dengesiz beslenmedir. Sağlıklı saçlar için öncelikle;

• Yeterli protein ve çinko (özellikle yumurta, deniz ürünleri, fasulye, ceviz ve süt),

• B12 vitamini (karaciğer, börek gibi sakatatlar, deniz ürünleri ve süt),

• Folik asit (yeşil yapraklı sebzeler, mısır ve mercimek),

• Bakır (lahana, karnabahar ve diğer yeşil yapraklı sezeler)

• Selenyum (deniz ürünleri, soğan, sarımsak) gibi vitamin ve minerallerin yeterli düzeyde alınmasına dikkat edilmesi gerekiyor.

Ayrıca sigaradan uzak durmak saç sağlığı için önem taşıyor.

Bilinenin aksine saçları kısa kestirmekle saçların gürleşmesi arasında doğrudan bir bağlantı bulunmuyor. Sadece saçların uzaması ile saç telleri daha kırılgan bir hale geliyor. Saç bu kırılmaların temizlenmesi ile daha kolay uzuyor ve daha canlı hal alıyor.

Doğal güzellik tercih ediliyor

Doğal güzellik revaçtaHatların ve cildin doğal görünümünü kaybetmeden yapılan medikal estetik uygulamaları hem çok güzel hem de sağlıklı bir cilt arzu edenlerin ilk tercihi haline geldi.

Günümüzde hepimiz sağlıklı olmanın içten dışa bir bütün olduğunu ve bunun cilt rengimizden yaşıtlarımıza nazaran daha genç görünmek olduğunun farkındayız. Güzel görünmenin yanı sıra yeterli su içmenin, egzersiz yapmanın ve düzenli beslenmenin hem yaşam kalitemizi yükselttiği hem de daha güzel görünmeyi sağladığı bir gerçek.
Tüm bunların yanında daha güzel görünmek adına yapılan estetik uygulamalar ise artık yerini daha doğal yöntemlere bıraktı. Daha genç ve güzel görünmek için yapılan uygulamaların başında gelen medikal estetik uygulamalarına artan talep de bunun bir göstergesi.

Estetik Uzmanı  Dr.Alp Mamak'a göre geçtiğimiz senelerde, solaryumdan Afrikalı cilt rengine ulaşmak genç kızlar ve erkekler tarafından tercih ediliyordu ve karakteristik, yüz bütününe uygun buruna sahip insanlar bile burun estetiği tercih ediyordu. Bu günlerde ise bu işlemleri yaptıran solaryumdan kalma cilt lekelerinin tedavisi için kimyasal peeling uygulatıyor ve cilt rengini açtırıyor; beraberinde cilt kuruması yaşadıkları için mezoterapi ile nem kaybı gideriliyor. Yapılan burun estetiği sonrası daha doğal bir görünüm için burun sırtı dolduruluyor ve daha nice yaklaşımla geçmiş hataların tamiri yapılıyor. Dolgu ve botox uygulamalarında da kadınlar artık doğal bir görüntü talep ediyor. Dudak dolgusunda çok daha fazla ürünle şişmiş bir görüntü yerine hafif kontur belirginleştirme tercih sebebleri.

Uzman Dr.Alp Mamak artık insanların daha gergin ve genç bir yüz için ameliyat olmadan mezoterapi ve mezolifting uygulamalarını seçtiğinin altını çizerken, uygulanan bu yöntemlerin cilde doğal vitamin ve mineral desteği sağladığını, iyi bir beslenme, su tüketimi ve egzersizle birlikte 10 yaşa kadar daha genç bir görüntü elde edildiğini söyledi. Doğal ve sağlıklı bir görünüm elde etmek isteyenlerin ise öncelikli tercihinin ozonterapi uygulaması olduğunu söyleyen Dr. Alp Mamak 'Haftada 1, toplamda 10 seans uygulanan ozonterapi sayesinde kişinin hem daha zinde olup hem de hastalıklara karşı direncinin artması mümkün' diye söyledi.

26 Şubat 2010 Cuma

Uzun ömür mü, ya da kaliteli yaşam mı tercih edersiniz ?

Uzun ömür mü, ya da kaliteli yaşam mı tercih edersiniz ?William Shakespeare'in çok güzel bir sözü vardır: Yaşam üç perdelik bir tiyatro, fakat son perdesi kanlı geçer.

Oldukca haklı olduğunu belli yaşlara geldiğiniz zaman, yaşanması gerekenleri yaşadığınız zaman fark ediyorsunuz. Tabii ki çocukluk ve orta yaşta da kendinizle ve çevrenizle ilgili birtakım sorunlarla karşılaşabilirsiniz.
Yalnız tiyatronun üçüncü perdesinde gördüklerinizle, algıladıklarınızla ve yaşadıklarınızla zor bir sürece girdiğinizi gözleyebilirsiniz.

Çocuklukla yaşam bir masal ülkesi

Çocukluğun size verdiği küçük sevinçler, çok küçük şeylerden mutlu olabilme duygusu, sevdiklerinizin etrafınızda olması ve en güzeli çocuk sağlığınız, dünyayı size çok daha güzel gösterir. Eğer duyarlı bir çevrede yetişiyorsanız, olaylarla ve dünyayla ilişkileriniz rengarenktir, yaşamınız her parçasında ayrı bir güzellik barındıran masal ülkesi gibidir.

Herhalde her çocuğun kendine ait bir masal dünyası vardır. Sevinçler ve üzüntüler de çocuk dünyalarında kısa sürelidir. Bir anda değişebilen çocuk yüzleri görürsünüz. Kin, nefret ve intikamla daha tanışmamış olduklarındandır. O dünyalarda sevgi vardır. Çocukluğu doyasıya yaşamak vardır.

Üçüncü perde kayıplarla açılıyor

Gençlik yaşları ise hayatın sorumluluklarıyla, yavaş yavaş üzüntüleriyle tanışma dönemidir. Aşklar vardır, kimi zaman umutsuzlukla biten, boynunuzu eğdiren. Çevrenizi ve ailenizi daha farklı biçimde algılayabilirsiniz. Çünkü çocuk gözleriniz değişimeye başlamış, çevrenizdeki çocuk yüzler kaybolmuştur.

Üçüncü perdeye, kanlı geçen günlere girdiğinizde, yaşamınıza anlam veren iyi ve kötü günlerinizi birlikte yaşadığınız, sevdiğiniz insanların bir bir kaybolmaya başladığını görürsünüz. Her acının da onlarla beraber sizin dünyanızdan çok büyük parçalar kopardığını görürsünüz. Unutmak için, zaman bunun ilacıdır deseniz de çocuk ve gençlik ruhunuzun bu acılarla donatıldığını görürsünüz.

Uzun ömür, ama sağlıklı

Rahmetli annemin de rahmetli babamın da  kardeşimin de ölümünde bunları yaşadım. Benim için kanlı dönem bu kayıplarla başladı. Annem de  babam da hastalıklarının son dönemlerinde artık birilerine muhtaç hale gelmişti. Yaşam kaliteleri giderek düşmüştü. Bir yerden bir yere yürümek için dahi başkalarından destek alıyorlardı. Onlar için bu yaşam şeklinin ne kadar ağır olduğunu bir hekim olarak, bir evlat olarak gözlemliyordum. Ölümün daha iyi olduğunu düşündüklerini bakışlarında görüyordum.

Akıl sağlıkları tam yerindeydi. Fakat bedenler yorulmuştu, hastalıklarla hırpalanmıştı. Her ikisinin de başkalarına muhtaç olarak devam ettirebilecekleri yaşam, kabul edemeyecekleri bir süreçti. Hatta annemin "Azrail'e Rica" diye yazdığı dizelerinde bunu kolayca anlamak mümkün.

Canımı alırsın bilirim melek / Aciz, taciz edip ele düşürme / Aklımı başımdan almadan felek / Beni suç işletip dile düşürme / Bilirim borcum var sana bir nefes / Dünya bir serüven, has yerinde kes / Sevilir durumda bıkmadan herkes / İtilir, atılır hale düşürme...

Akıl sağlığı en önemlisi

O açıdan Tanrı'dan uzun bir ömür istemek, sağlığın da beraberinde olmasıyla anlam kazanır. Biz meslek olarak hastalarımızda binlerce dramı gördüğümüz ve çoğu kez de onların yaşadıklarını, ağrılarını, sızılarını, nefes almakta çektikleri güçlükleri, bir bardak suyu dahi içemeyecek duruma geldiklerinde yaşadıklarını onlarla birlikte hissettiğimiz için ruhlarında ne büyük fırtınalar koptuğunu biliriz. Çoğu kez de onlarla birlikte yaşarız.

Hasta ve muhtaç iken sizden bir bir kopan sevdiklerinizi görmek insan için küçük ölümlerdir.

Akıl sağlığı bana göre bu sağlık sorunlarında en önemli yeri işgal eder. Çok yaşlanmış fakat akıl sağlığı yerinde hastaları gördüğüm zaman bu benim için - tüm hekimler için - ayrıca sağlık çalışanları için bir mutluluktur. Çünkü hastamızla kurduğumuz hekim - hasta ilişkisinde akıl en ön planda yerini alır. Hasta sizin gözünüzün içine bakar. Davranışlarınızdan, kullandığınız sözcüklerden kendi için sonuçlar çıkarır. Hastalığının gidişini sizin yüz ifadenizde arar. Onun için tüm hekimler ve sağlık çalışanları, hastalardan sevgi sözcüklerini, sevgi dolu bakışlarını esirgemesin. Bir gün kendilerinin de bu sözcüklere, bu bakışlara muhtaç olabileceğini gözardı etmesinler.

Şunun iyi bilinmesi gerekir ki, her insanın  sevgiye ihtiyacı vardır. Fakat hasta olanların çok daha fazla. Arkadaşım ve gazetedeki köşe komşum Dr. Hasan İnsel'e sordum. "Uzun ömür mü, kaliteli yaşam mı?" Cevabı: "Kaliteli yaşamı içinde barındıran uzun ömür" oldu. Tüm insanlar için dileğim bu.

Kalıcı makyajınız nasıl yapılır?

Kalıcı makyaj nasıl yapılır? Yaz mevsiminde havalar ısınmasıyla çekilmez bir hal alan sıcak havalar bazen makyaj yapmaya izin vermiyor.

Bir de tatilde denize giriyorsanız, havuzla fazla haşır neşirseniz işiniz oldukça zor olsa gerek. Son dönemde kadınların fazlaca rağbet ettiği kalıcı makyaj ile bu sorununuzu kolayca çözebilirsiniz.


Kalıcı makyaj uygulamaları sayesinde şekilli kaşlar, renkli dudaklar ve belirgin gözlerle denizde ya da havuzda bakımlı görünmeniz mümkün.

12 yıldır profesyonel olarak kalıcı makyaj uygulayan uzman estetisyen Berna Bilir, bu konuda merak ettiklerini yanıtladı:

- Kalıcı makyaj nedir?

Kalıcı makyajı "mikro steril tek kullanımlık iğne yardımıyla doğal mineral renklerin deri yüzeyinin hemen altına aşılanması" olarak tanımlayabiliriz.

- Öncesinde herhangi bir test yapılıyor mu?

Evet, öncesinde kişiyi mutlaka alerji testinden geçiriyoruz.

- Uygulama ne kadar sürüyor ve kalıcılığı ne kadar?

Makyaj uygulaması yaklaşık 1,5 saati buluyor. Ancak tek seansta tamamlanıyor. Uyguladığımız makyaj 2-3 yıl kadar da kalıcı oluyor.

- Bu makyajın avantajları neler?

Öncelikle parlak ve homojen olmayan makyaja oranla daha doğal görünüyor. Özellikle çalışan kadınların gözdesi olan kalıcı makyaj "tazeleme" derdini ortadan kaldırıyor. Zamandan ve bütçeden tasarruf edilmesini sağlarken, kozmetik ürünlere alerjisi olan kadınların da vazgeçilmezi.

- Kalıcı makyaj uygulamaların sonucunda ne sağlanıyor?

"Kozmetik dövme" sayılabilecek bu işlem sonucunda kaş, göz çizgisi veya dudaklara, cilt rengine uyumlu makyaj uygulayarak küçük kusurların kapatılması veya anatomik bozuklukların giderilmesi de sağlanıyor.

- Uygulamada kullandığınız ürünlerin özelliği nedir?

Bu alanda dünyada ne uygulanıyorsa Türkiye'de de aynısı yapılıyor çünkü trendleri yakından izliyoruz. Kullandığımız tüm malzemeler yurt dışından geliyor. Anti-alerjik, su bazlı ve bitkisel pigmentler kullanılıyor. Bu boyalar kesinlikle kimyasal katkı ve boya içermiyor.

Fondöteni doğru kullanmanın yöntemleri

Fondöteni doğru kullanmakFondöten nasıl kullanılır? Fondöten kullanırken nelere dikkat edilmeli?

Ciltteki lekeleri kapatmak ve tüm yüzün aynı renkte olmasını sağlamak için etkin bir yol olan fondöteninizi mutlaka az miktarda sürmelisiniz. Yüzünüzde belirginleşmesi gereken noktalar, gözler ve dudaklar olmalıdır.


Yağlı ciltlilerin yarı sıvı bir fondöten, cildi kuru olanların ise krem şeklinde bir fondöten kullanmaları makyajın daha güzel görünmesini sağlar.

Fondöten yüze nasıl sürülmeli?

Krem ya da sıvı fondötenleri yüzünüze daha ince ve düzgün bir tabaka halinde sürebilmek için, önce elinizin içinde yumuşatabilirsiniz. Yumuşattıktan sonra ise bundan burnunuza, yanaklarınıza, çenenize ve alnınıza birer nokta kondurun. Çubuk halinde bir krem kullanıyorsanız bu saydığımız yerlere bununla küçük birer çizgi çizin. Fondöteni parmak uçlarınıza daireler çizerek güzelce yayınız.

- Çenede; yukarıya, dışa doğru.

- Yanaklarda; dışarıya doğru.

- Alnınızda; bir yandan öbür yana.

- Burunda; aşağıya, burun ucunun altına.

- Göz etrafında; daire halinde gözkapaklarına doğru iyice yayın. Fondöteni boynunuza sürmenize gerek yok. Ancak boyun ile yüzünüz arasındaki geçişin sert olmaması için bu bölgeye biraz daha özen göstermelisiniz. Ayrıca fondöteni sürdükten sonra yüzünüzde sünger dolaştırıp fazlalıkları almayı unutmayın.

Cilt lekelerine dikkat!... 

Fondötenin ömrü ne kadardır?

Bir fondötenin ömrü, açılmadan 1-1,5 sene, açıldıktan sonra ise 5-6 aydır. Pudra fondötenler, akıcı kıvamlılara kıyasla daha uzun ömürlüdür. 1 yıl kullanılabilirler.

Kadınları etkileyen inanılmaz 5 özellik nedir?

Kadınları Etkileyen Özellik Nelerdir?Kadınları etkilemek için mutlaka David Beckham'ın karın kasları veya Johnny Depp gibi bir surata sahip olması şat değil.

Sizin tahmin bile etmediğiniz fakat kadınların etkilendikleri bazı özellikler kesinlikle vardır.


Kendinizde çekici bulmadığınız yönler ve bölgeleriniz bazıları belkide kadınların çok hoşuna gidiyordur. Sizi etkileyici kılan bu yönleri öğrenirseniz hem kendinize güveniniz hemde gücünüz yerine gelecektir.

İşte sizi şaşırtacak ama kadınları etkileyen 5 şey ve özellikleri

Yara izleri

İlk kez yemeğe çıktığınız bir kadın sizin vücudunuzda gördüğü izlerin hikayelerini kafasında kurmaktadır. Şarkıcı Seal'ı buna örnek verebiliriz. Onun suratındaki yara izlerini seksi bulan belkide dünyada milyonlarca kadın bulabiliriz. Yara izleri bir erkeğe erkeksi görüntü ve gizem verir bu da kadınlar tarafından seksi bulunmaktadır.

Bu konuda yapılan bazı araştırmalar bile var, kadınların neden yara izlerini seksi bulduğu konusunda. Liverpool ve Sterling Üniversitesinden bilimadamlarının araştırmalarına göre kadınlar yara izlerini sağlık ve cesaretle ilişkilendiriyorlar. Yara izleri sizi cesur göstermekle beraber düşmanınızı yada rakibinizi yendiğinizin bir kanıtı gibi de algılanıyor. Siz siz olun bir kapıya çarptıktan veya sivilce patlaması sonrası oluşan yara izlerini kızarkadaşınıza açıklamayın.

Evinizdeki çiçekler

Elbette ki nasıl çiçeklerinizin olduğu kızları etkileme oranınızın çok yüksek olmasıyla doğrudan bağlantılı değildir. Ama ilginç bir şekilde kadınlar evinizde beslediğiniz çiçeklere dikkat etmektedirler. İyi büyütülmüş çiçekleri gören kadınlar bunu çocuk bakımından bir ilişkiye önem verip vermediğinizi dair değişik konulara bölerek kontrol edebilirler.

İngiltere'nin en çok satan 1 numaralı erkek dergilerinden Nuts'un 1500 kişi üzerinde yaptığı ankete göre kadınlar çevreye ve çiçeklere önem veren erkekleri çok çekici buluyorlar. Bir yeşil bitki edinmeniz size artı puan kazandırıyor. Uzmanlar ise haftada yarım saat bahçe işi yapan erkeklerin yatak performanslarının daha iyi olduğunu ortaya koydu.

Ter

Evet ter seksi birşey. İnanmıyorsanız kadınların futbol maçlarında ya da spor müsabakalarında terleyen erkeklere nasıl hayranlıkla baktıklarını gözlemleyin. Sizce oyunu ilginç bulduğu için mi yoksa cinsel anlamda birşeyler olduğu için mi? Onların üzerinde yarattığı etki ise şöyledir: spor gücün simgesidir, spor sonrası alınacak duş ise ayrıca gözlerinde canlanmaktadır.

Bilimadamları yaptıkları araştırmada iki gün boyunca deoderant veya sabun gibi herhangi bir kişisel bakım ürünü kullanmayan erkek deneklerden ter örnekleri aldılar.Örneklerin bir kısmı sıkıcı belgesel filmi izlettirildikten sonra alınırken bir kısmı da daha erotik ve açık saçık görüntülerin ardından alındı. Özel bir yöntemle beyin taramasına tabi tutulan gönüllü birkaç kadın denek de bu ter örneklerini kokladı.

Seksi filmleri izleyen erkeklerin terini koklarken kadınların beyinlerinin daha farklı bölgelerinin çalıştığı beyin taramalarında saptandı. Bu koku kadınların beyinlerindeki zevk ve üreme ile ilgili bölgeleri harekete geçirdi.

Gri saç

Toplumda genel kanı gençlik her zaman seksidir. Kadınların üzerinde artık gri saçlar daha etkili diyebiliriz. Hatta siyahın yerine bile tercih ediliyor. Yapılan bir araştırmaya göre kadınlara sorulduğunda %72'si gri saçlı bir erkeği siyah olana tercih ediyor.

Gözlük

Stockholm Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre, kadınların çoğu gözlük takan erkekleri takmayanlara tercih ediyor. Bilimadamı olmanıza gerek yok ama gözlük genelde zekayı temsil ediyor. Kadınlar ise zeki erkeklere bayılıyorlar.

Birçok kadın ustaca kurulmuş cümleleri ve zeki düşünceleri seksi buluyor.

Evliliğinizin katilini öğrenin!

Birçok evliliğin bitmesinin nedenlerinden biri de cinsel istek azlığı...

Bu sorunun arkasında ise ergenlik döneminde aile ve çevreden görülen baskı geliyor... Sonuç ise mutsuz evlilikler...

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Memorial Hastanesi’nden Uz. Klinik Psikolog Ayşe Elif Orhon, kadın cinsel işlev bozukluklarından biri olan “istek azlığı”nın en çok bilinen kadınsal cinsel bozukluk olan “vajinusmus”tan da daha sık görüldüğünü söyledi.

Cinsel birleşmeye engel olmadığı için kadınların tedavi için başvurmadığını ifade eden Orhon, ancak bu durumun çiftin ilişkisini olumsuz etkilediğini kayeddit.

Yanlış evlilikler

Diğer tüm cinsel işlev bozukluklarında olduğu gibi cinsel istek bozukluğunun da fizyolojik ve psikolojik birçok nedeni bulunuyor. Çoğu durumda bu nedenler bir arada rol oynayarak hastalığın ortaya çıkışına sebep oluyor. Ayşe Elif Orhon hastalığın ortaya çıkmasındaki etken faktörleri şu şekilde sıraladı:

• Psikoseksüel gelişim aşamalarında ortaya çıkan aksaklıklar
• Erken çocukluk dönemine ait bilinçaltı çatışmalar
• Cinselliğe dair gerçeküstü ve hatalı beklentiler
• Cinselliğe dair edinilmiş hatalı bilgiler
• Hatalı öğrenilmiş davranışlar
• Utanç, suçluluk, günahkârlık duygularına kapılma
• Cinselliğin yasaklandığı tutucu ve katı ahlak kurallarının bulunduğu toplumlarda yetişme
• Evlilik problemleri ve çatışmaları
• Eşler arası uyumsuzluk
• Eşlerin ikisinden birinde cinsel yaşamı olumsuz yönde etkileyen psikiyatrik bir hastalığın bulunması (depresyon gibi)
• Kişinin kendi bedenine, özellikle cinsel organlarına dair olumsuz düşünceler içerisinde olması

Her şey ergenlikte başlıyor

Cinsel istek azlığı ergenlik döneminden itibaren başlar ve tedavi edilmediğinde yaşam boyu devamlılık gösteriyor. Özellike katı ve tutucu toplumların bu cinsel işlev bozukluğunun ortaya çıkışında büyük etkisi bulunuyor.

Çok küçük yaşlardan itibaren uygulanmaya başlayan cinsel yasak ve baskılar kişilerin cinsel güdülerini bastırmasına ve zamanla cinselliğe ve kendi bedenine yabancılaşmasına neden oluyor.

Bazı durumlarda ise önceleri bir problem yokken sonradan cinsel istek azlığı ortaya çıkabiliyor. Ayşe Elif Orhon bunun nedenlerini ise şöyle sıraladı:

• Kronik hastalıklar
• Kişinin kullandığı ilaçlar
• Alkol kullanımı
• Uyuşturucu madde kullanımı
• Menapoz
• Emzirme dönemi
• Psikiyatrik bozukluklar
• Eşler arası çatışmalar
• Kişinin cinsel bir travma yaşamış veya cinsel şiddete maruz kalmış olması

Tedavisi var mı?

Orhon, cinsel istek azlığının tek ve geçerli tedavi yönteminin cinsel terapi olduğunu söylüyor ve ekliyor "Cinsel istek azlığı yaşayan kadınlar uzmana başvurmadığı ve tedavi edilmediğinde yaşayacakları haz deneyiminden vazgeçmiş olurlar ve partnerleriyle ilişkileri ciddi şekilde etkilenir. Bunun nedeniyse cinsel ilişki çiftler arasındaki bir iletişim ve yakınlaşma şekli ve sürecidir. Bu süreçte meydana gelen aksaklıklar hem bireyi hem de çiftin ilişkisini olumsuz yönde etkileyip sekteye uğratabilmektedir."

Cinsel işlev bozukluklarının hepsinde olduğu gibi cinsel istek azlığı da çiftin ortak yaşadığı bir problem ve terapiye iki kişinin de katılımını gerektiriyor. Dolayısıyla terapide partnerin eşlik etmesi, destekleyici bir tutum içerisinde olunması büyük önem taşıyor.

Şifalı eller ve stres atmak

Dokunarak şifa vermek insanlık tarihi kadar eski. 

İnsanlık tarihi kadar eski olan ''dokunarak şifa verme'' yöntemi şiyatsu, solunum problemlerinden, duygusal problemlere, eklem rahatsızlıklarından sindirim sistemi sorunlarına kadar pek çok rahatsızlıkta, destekleyici terapi olarak kullanılıyor.


Şiyatsu ve çigong çalışmalarını 2008 yılından beri Türkiye'de sürdüren Ergül Ergün, AA muhabirine yaptığı açıklamada, şiyatsunun, akupunktur, çigong ve bitkisel Çin tıbbı ile aynı kökenli güçlü bir şifa yöntemi olduğunu, şiyatsu terapistinin akupunktur noktalarını ve bu noktaların geçtiği meridyen denen enerji kanallarını uyarmak için iğne yerine kendi bedenini kullandığını söyledi.

Enerji kanallarının ve akupunktur noktalarının uyarılmasının, iç organlardaki düzensizliklerin ortadan kalkmasına yardımcı olduğunu, bedenin kendi kendini iyileştirmesi sürecini desteklediğini belirten Ergün, gevşetici ve sakinleştirici özellikleri nedeniyle şiyatsunun zihni rahatlattığını, duygusal yönden kişiyi desteklediğini dile getirdi.

-İNSANLIK TARİHİ KADAR ESKİ-

Dokunarak şifa vermenin İnsanlık tarihi kadar eski olduğunu belirten Ergün, Çin, Japonya, Tibet, Filipinler, Endonezya, Tayland ve Hindistan'da bedendeki enerji kanallarını ve odaklarını elle uyarmanın halk arasında popüler şifa yöntemlerinden biri olduğunu anlattı.

Ergün, ''Meridyenlerin ve bu meridyenler üzerindeki akupunktur noktalarının şifa amacıyla dokunularak uyarılmasıyla ilgili ilk yazılı kaynaklara, MÖ 200 yıllarında Han Hanedanlığı döneminde, Çin tıbbı üzerine yazılmış bir kitapta rastlıyoruz. Çin tıbbı, 6. yüzyılda Japonya'ya ulaştığında, Çin'den gelen akupunktur teknikleri ve meridyen terapisi, Japonların geleneksel teknikleriyle birleşiyor ve modern şiyatsunun çekirdeğini oluşturuyor'' dedi.

Ergün, şiyatsunun 2. Dünya Savaşı sonrası ayakta kalabilmesinde Tokujiro Namikoshi, bugünkü halini almasında da Tokyo Üniversitesinden klinik psikoloji profesörü Shizuto Masunaga'nın önemli rol oynadığını vurguladı.

-''ŞİYATSU, BATIDA KABUL GÖREN BİR TERAPİ YÖNTEMİ''-

Şiyatsunun, bugün batıda kabul gören beden terapilerinden biri olduğunu belirten Ergün, ''İngiltere'de sosyal sağlık sistemince kabul gören ve uygulanan 12 tamamlayıcı terapi arasında şiyatsu da var. Paddington St Mary Hastanesinde, uyuşturucu ve alkol bağımlılığına karşı, Bristol Kanser Yardım Merkezinde, kanser tedavisinin yan etkilerini azaltmak ve kanser hastalarını duygusal olarak desteklemek amacıyla, Lincolnshire'daki Boston Pilgrim Hastanesinde ve Newcastle'daki Adelaide Tıp Merkezinde de kronik ağrılarda şiyatsu destekleyici terapi olarak kullanılıyor'' dedi.

Şiyatsu terapisi, bedeni bir bütün olarak ele aldığı için solunum problemlerinden, depresyon, panik atak gibi duygusal problemlere, siyatik, kireçlenme gibi eklem rahatsızlıklarından sindirim sistemi sorunlarına, tansiyona, alerjilere, baş ağrılarına, kadar pek çok rahatsızlıkta destekleyici terapi olarak kullanıldığını ifade eden Ergün, ''Şiyatsu özellikle kronik rahatsızlıklarda etkili. Düzenli şiyatsu, sağlığı korumaya yardımcı oluyor ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Ayrıca hamilelik ve doğum sürecini kolaylaştırıcı etkisi de var'' şeklinde konuştu.

Bristol St Michael Hastanesinde, kendilerine düzenli şiyatsu uygulanan 66 kadından yüzde 63'ü normal doğum yaparken şiyatsu uygulanmayanlar da bu oranın yüzde 36 olduğunu anlatan Ergün, ''Güney Fransa'da Saintes Hastanesinde kemoterapi gören 16 hastaya Eylül 2004-Mayıs 2005 tarihleri arasında beşer seans şiyatsu terapisi uygulanıyor. Şiyatsu uygulanan hastalarda kemoterapinin yan etkilerinde ortalama yüzde 64 azalma görülüyor. Bu oran karaciğer ağrısı ve kulak çınlamasında yüzde 100 iken, titremelerde yüzde 83, kusmalarda yüzde 82. Şiyatsunun etkisi yüzde 20 ile en az saç dökülmesinde görülüyor'' diye konuştu.

Çocuğunuz için en tehlikeli 10 yiyecek

Uzmanlar uyarıyor: 'Bu yiyecekler özellikle çocuklar için tehlikeli...' 

Amerikan Pediatri Akademisi, özellikle çocuklar için tehlikeli olabilecek 10 yiyeceği açıkladı:


1.SOSİS: Akademi, 10 yaşından küçük çocuklardaki boğulma olaylarının yüzde 17'sinin sosisten kaynaklandığını, sosisli sandviçin uyarıyla satılması gerektiğini söylüyor.

2. FUGU BALIĞI: Kâğıt kadar ince dilimler halinde satılan fugu balığında tetrodoksin adlı, oldukça etkili bir zehir bulunuyor. Bu balığı pişiren şefler özel eğitim alıyor.

3. ACKEE MEYVESİ: Batı Afrika ve Jamaika'da yetişen meyve kesildikten sonra kabuğunun kırmızıya dönmesi beklenmezse koma veya ölüme yol açabiliyor.

4. FISTIK: Toplam nüfusun yüzde birinin fıstık alerjisi var. Ölümle sonuçlanan alerji vakalarının büyük bölümü fıstıktan kaynaklanıyor.

5. YEŞİLLİK: Ispanak, roka, marul, lahana, kıvırcık salata gibi yeşilliklerin iyi yıkanmaması bağırsak bakterilerine davetiye çıkarıyor.

6. IŞGIN: Bu Asya kökenli bitkiden fazlaca tüketildiğinde bitkideki toksinler zehirlenmeye yol açıyor.

7. TON BALIĞI: Dünyanın en çok tüketilen balıklarından olmasına rağmen çok fazla yenildiğinde sinir sistemine zarar vererek kalp hastalıkları riskini artırıyor.

8. MANYOK: Nişastası yapılan bu köklü bitki de eğer doğru tüketilmezse siyanür üreterek zehirlenme riski yaratıyor.

9. KAHVE: İçeceği elde edilen bu bitki, kalp krizine yol açmasının yanı sıra, uyuma zorluğu ve dişlerde sararmaya yol açıyor.

10. MANTAR: Bu bitkinin yabani olanları, zehirlenmelere ve hatta halüsinasyonlara neden oluyor.

Saça iyi gelen besinler

Bu besinler saça yarıyorSağlıklı saçlara sahip olmak için yediklerinize dikkat etmeniz gerekiyor.

Derleme Haber Ajansı'na göre yediğiniz besinler saçları da etkiliyor.



DEMİR: Saçların uzamasını hızlandırır. Kırmızı et, kabuklu deniz hayvanları, güçlendirilmiş tahıllar ve yeşil yapraklı sebzelerde bulunur.

PROTEİN: Saç tellerinin yapı taşıdır. Doymuş yağ oranı düşük protein almak için beyaz ve kırmızı eti karıştırabilir ya da deniz ürünlerini tercih edebilirsiniz.

BİYONİT, B6, B12 VİTAMİNLERİ: Saç köklerinde yeni saç tellerinin oluşmasını sağlar. Tam tahıllı ekmeklerde, yulafta, az yağlı süt ve peynirde, yumurtada, somon balığında, kabuklu yemişlerde bulunur.

ÇİNKO: Çinkoda bulunan doğal yağlar saçlara parlaklık verir. Kırmızı et, kabuklu yemişler, nohut, kabak çekirdeği ve yoğurtta bulunur.

C VİTAMİNİ: Saç derisinde hücre yenilenmesine yardımcı olur. Çilek, kivi, mango, portakal, ahududu, kırmızı dolmalık biber gibi parlak renkli sebze ve meyvelerde bol miktarda C vitamini vardır.

A VİTAMİNİ: Sağlıklı saçlar için gereklidir. Elma, kayısı ve tatlı patates iyi birer A vitamini kaynağıdır.

ANTİOKSİDANLAR: Hücre yenilenmesine yardımcı olarak saç derisini güçlendirir. Siyah çikolatada, otlarda, böğürtlen ve çilek gibi kabuksuz etli meyvelerde bulunur. Sağlıklı saçlar için süper besinler.

Cilt kuruluğunda kıyafet tercihi

Dar kıyafetler cildi kurutuyorCildinizde gerilme hissi, pul pul soyulmalar, kepeklenme, çatlaklar ve kaşıntı varsa cildiniz kurumuş olabilir

Her türlü nemlendiriciyi ve kozmetik ürünü denemenize rağmen cilt kuruluğundan kurtulamıyorsanız bir dermatologa başvurmanız gerektiğini söyleyen Dermatoloji Uzmanı Dr. Eda Kumbasar uyarıyor: "Rasgele kremler seçmek yerine bir uzmanın önerisiyle deri tipinize ve şikayetlerinize uygun nemlendiriciler kullanın.
En önemlisi de cilt kuruluğuna neden olan farktörlerden korunun. Örneğin; kısa banyolar yapın, banyodan sonra mutlaka nemlendirici ve yağlarınızı sürün, güneşten, soğuktan ve kimyasallardan uzak durun."

Kimlerde cilt kuruluğu görülür? 
İnsanlar yaşlandıkça daha çok ortaya çıkan bir tablo olan kuru deri ‘Kserozis’ olarak bilinir. Yaşlanmayla beraber daha kuru ve daha az yağlı bir cilt oluşur. Derinin üst tabakasının yaklaşık yüzde 10 kadarlık bir kısmını su oluşturur. Bu tabakadaki suyun azalması deride çatlama, kaşıntı ve kuruluğa neden olur. Cilt kuruluğu olan kişilerin çoğunda altta yatan bir hastalık yoktur. Kuru cilde sahip olan kişilerin büyük çoğunluğunu ise sık duş alan kişiler oluşturur. Son yıllarda insanlarda duş alma sıklığı arttıkça kserozis sıklığının da arttığı dikkati çekmektedir.

Cilt kuruluğunun sebepleri nelerdi?
Kuru cilde neden olan çevresel etkenler; sıcak su, deterjanlar, giysilerden dolayı oluşan sürtünme, sık hava yolculuğu, rüzgara maruz kalmak, çevre kirliliği, klima ve diğer kimyasal maddeler olarak sıralanabilir. Atopik egzama, kalıtsal bazı hastalıklar, ihtiyosis, sedef gibi cilt hastalıkları, metabolik faktörler, tiroit bezinin yeterince çalışamaması, aşırı kilo kaybı ve ilerleyen yaş kuru deriye neden olan diğer faktörlerdir.

Cilt kuruluğu nasıl anlaşılır, belirtileri nelerdir? 
Deri kuruluğunun ilk belirtisi, deride donuk gri beyaz bir renktir. Kuruluk arttıkça renk değişikliğine ek olarak ciltte gerilme hissi, pul pul soyulmalar, kepeklenme, deri yüzeyinde pürüzlenme, çatlaklar, yarıklanmalar oluşur. Kaşıntı, kuru derinin neden olduğu diğer bir şikayettir. Kuruluk tedavi edilmezse sonunda egzamalar oluşabilir.

Cilt tipinin (kuru, yağlı, karma) nasıl olduğunu anlamak mümkün mü? 
Deride kepeklenme, gerilme hissi ve kaşıntı şikayetleri varsa kuru cilt tipi olarak değerlendirilir. Akneye meyilliyse, gün içerisinde ve sabah uyandığında ciltte parlama oluyorsa, gözenekler genişleme ve siyah noktalar varsa yağlı cilt olarak değerlendirilir. Bazı kişilerde ise yüz bölgesinde özellikle yer yer kuruma, kepeklenme fakat belli bölgelerde ise yağlanma, parlama şikayeti olur. Bu tip ciltler ise karma cilt olarak değerlendirilir.

Cilt kuruluğu özellikle hangi bölgelerde görülür? 
Su kaybının regülasyonu, vücudun bölgelerine göre farklılıklar gösterir. Kuruluk kollarda, bacaklarda ve gövdede daha belirgin olur; çünkü bu bölgelerde daha az yağ bezleri vardır. Yüz diğer vücut bölgelerine göre daha su geçirmezdir. Deri geçirgenliğinde ise lipitlerin (yağların) kritik rolleri vardır. Sık duş alındığında doğal deri lipitlerinin yeniden oluşabilmesi için yeterli süre olmadığı için kuruluk özellikle yağ bezleri daha az olan kol ve bacaklarda daha belirgin olur.

Cildi kuruyan biri, kuru ciltler için olan ürünleri mi almalı, yoksa öncesinde dermatologa mı başvurmalı?
Cilt kuruluğu olan kişiler mutlaka bir dermatoloji uzmanına danışmadırlar. Kişinin şikayetleri, belirtilerin süresi ve şiddeti, tedavinin şeklini belirler. Bazı olgularda sadece nemlendiriciler yeterli olurken, belirtilerin şiddetli olduğu olgularda antihistaminik ilaçlar, topikal kortikosteroid kremler vermek gerekebilir. Çok sayıda ve markada nemlendirici olduğundan rasgele bir nemlendirici kullanımı doğru değildir. Hastanın deri tipine ve şikayetlerine uygun nemlendiriciler önerilmelidir.

Cildi kuru olanlar ne tür kozmetik ürünler kullanmalı?
Kuru cilt problemi olan hastalar yağ içinde su emülsiyonu dediğimiz deriyi daha yoğun nemlendiren ürünler kullanabilirler. Deride iritasyon problemi olmayan kişiler ise üre ihtiva eden kozmetik nemlediricilerden fayda görebilirler. Banyo sonunda kullanılan vücut yağları derinin nem kaybını engeller. Bu tip kozmetik ürünlerin de oldukça faydası vardır.

Soğuk-sıcak hava, mevsimler, güneş, sauna, hamam, kese ve vücut peelingi cildi nasıl etkiler? 
Kuru deri, stratum korneum tabakasının nem içeriğinin azalmasıdır. Sıcağa ve soğuğa maruz kalan ciltte transepidermal su kaybı artar ve bu artış cildin kurumasına neden olur.  Ayrıca kış mevsimi de cilt kuruluğuna neden olur. Dönemsel kuruluk dendiğinde ‘kış kaşıntısı’ olarak da bilinen soğuğa bağlı kserosis akla gelir. Kış aylarında düşük neme bağlı olarak gelişen bu tablodan korunmak için mutlaka koruyucu giysiler giyilmeli, nemlendiriciler kullanılmalıdır. Güneş de, hem ısı hem de ışın etkisiyle derinin nem kaybına neden olur. Kozmetik açıdan kaba ve kuru bir deri görüntüsüne mahkum olmamak için yaz ve kış ayları boyunca güneş koruyucu ürünler kullanmak gerekir. Güneş koruyucular deri hasarını ve derinin kurumasını engeller.  Suyla sık temasta bulunmak derinin nem kaybına neden olduğundan, kişilerin çok sık kese ve peeling uygulamaları yaptırması da sakıncalıdır. Kese ve peeling sırasında deride oluşan sürtünmeye bağlı iritasyon, kuruluğun şiddetini daha da artırır.

Cilt kuruluğunu önlemek için neler yapmalı?

• SOĞUKTA ELDİVEN TAKIN: Özellikle sonbahar ve kış aylarında düşük nem oranına bağlı olarak daha sık deri kuruluğu gelişir. Soğuk havalarda açıkta kalan bölgeleri, özellikle ellerimizi eldivenle korumamız gerekir.

• KISA DUŞ ALIN: Sık duş almak vücut hijyeni için gerekli olsa da; uzun süren, banyo köpükleriyle yapılan ve çok sıcak suyla alınan duşlar deri kuruluğunu arttırır. Bu nedenle banyo ve duş süresi kısa tutulmalı, duştan çıktıktan sonra mutlaka cilt tipine uygun nemlendiriciler kullanılmalı.

• YAĞLI SABUN KULLANIN: Sabunlar deriyi kuruttuğundan pH’ı 5.5 sabunsuz temizleyiciler veya yağ ve gliserin oranı yüksek sabunlar kullanılmalıdır.

• KİMYASALLARDAN KORUNUN: Sık deterjan, aseton ve kimyasallarla temastan kaçınılmalıdır.

• ÇOK DAR GİYİNMEYİN: Çok dar giysiler sürtünmeye bağlı deride kuruluk ve iritasyona neden olabileceğinden kıyafet şeçimine dikkat edilmelidir.

• OFİSİ NEMLENDİRİN: Özellikle ofis ortamında çalışanlar, klimanın neden olduğu düşük neme bağlı cilt kuruluğundan şikayet edebilirler. Odanın nem oranının düşük olmamasına dikkat edilmelidir.

Cildin kurumaması için beslenmede nelere dikkat edilmeli?
Yaz aylarında terlemeye bağlı kişilerde oluşan susuzluk hissi, su içilmesi için kişiyi uyarır; fakat kış aylarında genellikle su tüketimi azalır. Cilt kuruluğunu engellemek için dikkat edilmesi gereken en önemli nokta bol su tüketimidir. Sadece suyla değil, bitki çayları ya da meyve sularından da gerekli sıvı ihtiyacı karşılanabilir. Ayrıca su dışında yediğimiz besinler de cilt kuruluğuna etki eder. Hızla oluşan kilo kayıpları, dengesiz beslenme deride kuruluğa neden olur. Özellikle bol meyve ve sebze tüketimi cilt sağlımız için gereklidir. Doymamış yağ asitlerinden (sıvı yağ) zengin beslenme de cilt kuruluğunu önlemede fayda sağlar. Yemeklerde yeterli miktarda sıvı yağ tüketmekte fayda var.

23 Şubat 2010 Salı

Bu egzersizler ağrılara iyi geliyor

Bu egzersizler ağrılara iyi geliyorMasa başında çalışanların yapacakları kolay egzersizler ağrıların oluşmasını engelliyor.

Uzun süre masa başında oturanların en büyük sorunlarından olan kas iskelet sorunları birkaç basit önlemle ortadan kaldırılabiliyor.
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Duygu Geler Külcü, ofis yaşamın beraberinde getirdiği sorunlarla ilgili olarak “Ofis çalışanları uzun süre masa başında, bilgisayar karşısında vakit geçirirler.  Klavye ve mouse kullanılması gibi bazı tekrarlayıcı aktiviteler, yanlış postür (duruş), stres ve kötü ergonomiye bağlı olarak bir süre sonra ofis çalışanlarında kas-iskelet sistemi rahatsızlıkları ortaya çıkar” diyor.  
      
Dr. Külcü, bu hastalıklar ve belirtileri ile ilgili olarak da şunları söylüyor:
“Boyun, sırt, kol ve belde ağrı, kollarda, parmaklarda uyuşma, hareket güçlüğü gibi belirtiler ortaya çıkar. Ofis çalışanlarında en sık görülen kas-iskelet sitemi rahatsızlıkları boyunda kas zorlanması, el bileğinde sinir sıkışması, omuz, dirsek, el bileği ve başparmakta tendon hasarıdır. Bu rahatsızlıklara bağlı olarak her geçen gün yaşam kalitesi biraz daha bozulmaktadır. Oysaki bu rahatsızlıklar ergonominin desteklenmesi, çalışma sırasında kısa molalar verilmesi ve iş yerinde yapılabilecek ve vakit almayacak bazı basit egzersizlerle önlenebilir.”

Bilgisayar karşısında çalışanlar için ergonominin desteklenmesi gerektiğini belirten Dr. Külcü yapılması gerekenleri şöyle anlatıyor:
• Oturma yeri, masa, klavye, ekran ve mouse’un yüksekliği çalışana uygun olmalıdır.
• Monitör, çalışan kişinin tam karşısında ve kol uzunluğu mesafesinde olmalıdır.
• Ekranın üst yüzeyi kişinin göz hizasında olmalıdır.
• Klavye ve mouse’un aynı hizada olmasına dikkat edilmelidir.
• Mouse kullanılırken çok sıkmadan hafif dokunmayla kullanılmalıdır.
• El bileğinin nötral (düz, 0 derecede tutulması) pozisyonda olması, el bileğinde sinir sıkışması riskini azaltır. Normalde klavyeler 6 derece eğimlidir. Bu eğimin aşağı doğru indirilmesi ile el bileğinin nötral pozisyonda çalışması mümkün olmaktadır.
• Uzun süre oturulmamalıdır. Çünkü oturma omurga üzerine fazla baskı olmasına neden olur. Ayrıca, bacak ve ayaklar için de sakıncalıdır. Kan dolaşımı zorlaşır, bacaklarda kan göllenir.
• Otururken bel desteklenmelidir. Dik oturmaya özen gösterilmelidir. Bel-kalça açısı 90 derece, ayaklar yere değecek şekilde oturulmalıdır. Gerekirse ayakaltına destek konulabilir.
• Otururken kalça ve dizler aynı seviyede olmalıdır. Diz arkaları sandalyeye değmemelidir.
• Kol destekli sandalye kullanılmalıdır.
• Bilgisayarda yapılacak işlerin dışında da işler varsa bunlar dönüşümlü olarak yapılmalıdır.

Bütün bu öneriler ve ofis egzersizlerinin yanı sıra ağrı ve diğer şikâyetler birkaç gün içinde geçmiyorsa, tekrarlayıcı ise doktora başvurulması gerektiği unutulmamalıdır.”

OFİS EGZERSİZLERİ
Öğle yemekleri masa başında atıştırarak geçiştirilmemelidir. Göz yorgunluğunu önlemek için gözü zaman zaman ekrandan ayırıp uzakta bir noktaya odaklanmalı, 10–15 sn gözler kapatılıp dinlendirilmelidir. Saat başı 5–10 dakika mola vermeli ve basit bazı egzersizler yapılmalıdır. Ofiste yapılabilecek egzersizler için bazı örnekler aşağıdadır:

Boyun egzersizleri: Nefes alıp başı yana döndürüp tekrar nefes vererek nötral (karşıya bakar pozisyona) doğal pozisyona getirin. Başı nefes alıp yukarı kaldırıp, nefes vererek çene göğse değecekmiş gibi aşağı indirin. Başı saat yönünde ve aksi yönde başı omuzlara değecekmiş gibi döndürün. Bu hareket sırasında normal nefes alıp verin. Her hareketi 5 kez tekrarlayın.

Nefes egzersizleri: Ayakta veya rahat bir pozisyonda bir el karında diğer el göğüs üzerindeyken burundan yavaşça nefes alın. 4 saniye bekleyin. Ağızdan yavaş yavaş nefes verin. Hareketi 5 kez tekrar edin.

Omuzlar: Omuzları kulaklara yaklaştırır gibi yukarı kaldırın, 3 saniye bu şekilde bekleyin. Omuzları kendi ekseni etrafında arkaya ve aşağı doğru, daha sonra öne ve aşağı doğru döndürün. Otururken ellerinizi başın arkasında birleştirin, dirsekleri iyice geriye alın derin nefes alıp 30 saniye bekleyin. Nefes verin ve gevşeyin.  Bu hareketleri 5 kez tekrarlayın.

Ayak egzersizleri: Otururken ayakları ayak bileklerinden kendi ekseni etrafında çevirin. Her yöne 5 kez tekrarlayın.
El bileği germe: Parmaklar yukarı bakacak şekilde kolları dümdüz öne uzatın. Bir elinizler diğer elin parmaklarını kendinize doğru çekin. 20 saniye bekleyin. Sonra bırakın ve gevşeyin. Aynı hareketi diğer eliniz için yapın. Her iki el için hareketi 5 kez tekrarlayın.

Bu hastalık kadınları utandırıyor

Bu hastalık kadınları utandırıyorTürkiye'deki kadınların yüzde 5'inde görülen genital herpes (uçuk) hastalığı kolay bulaştığı halde kadınlar bu hastalıktan utanıyor.

Namık Kemal Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Remzi Abalı, Remzi Abalı, genital herpes hastalığının ağızdaki uçuk virüsünün genital bölgedeki hali olduğunu, hastalığın belirtilerinin kaşıntıyla ortaya çıktığını söyledi.


Hastalığın ilerleyen dönemlerinde baş ağrısı, halsizlik, kasıklarda şişlik, kızarıklık ve ilerleyen zamanda içi su dolu kabarcıklarla belli olduğunu ifade eden Abalı, “Kabarcıklardan sonra ise ağrılı yaralara dönüşüyor. Bağışıklık sisteminde bozuklukluk olan hastalarda belirtiler daha sık görülebilir” diye konuştu.

Genital herpese yakalanan hastaların yüzde 60'ının teşhis edilemediğini belirten Abalı, sigara, alkol, güneş ışığına fazla maruz kalma ve stresin hastalığı tetiklediğini bildirdi.

Hastalığın lezyonlarının (herpes yaraları), hastalığa yakalananların omuriliklerine yerleştiğini ve bu bölgede sessiz kaldığını anlatan Abalı, şöyle konuştu:
“Bu hastalığa bir kez yakalandığınızda ömür boyu vücuttan atamazsınız. Sadece sinir köklerinde sessiz kalıyor. Türkiye'de bayanlarda yüzde 5 olarak belirlenen bu hastalık giderek artıyor. ABD'de bu oran yüzde 20'lerde seyrediyor. Genital herpes hastalığı çok yaygın ve kolay bulaşan önemli bir hastalıktır. Maalesef kadın hastalarımız bu hastalığı söylemekten çekiniyorlar. Hastalık belirtileri olanlar bunu basit bir hastalık gibi görmesin. Bu lezyonları hastalarımız gözle göremeyebilir ve ciddi problemlere neden olabilir. Yaraları, olduğu dönemde görmek önemli. O dönemde zaman kaybetmeden doktora gelinmeli. Bu yaralar 7 ile 10 gün arasında oluşmakta ve daha sonra kaybolmaktadır.”

GEBELİKTE GENİTAL HERPES HASTALIĞI

Kadın hastaların gebelik döneminde genital herpese dikkat etmeleri gerektiğini vurgulayan Abalı, bu hastalığın dikkat edilmemesi halinde bebeğin ölümüne yol açabileceğini kaydetti.

Abalı, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Gebelik döneminde, bir kadın ilk defa bu hastalığı geçiriyorsa, hastalığın bebeğe geçme şansı daha yüksek. Doğum zamanında bu yaraların ortaya çıkması normal doğumu zorlaştırır. Çünkü yaralarla bebeğin teması, yaranın bebeğe geçmesine neden olur. Sezaryen yapılması uygun olabilir. Eğer bu hastalık bebeğe anne karnında bulaşırsa, sinir sistemini etkiler, gözlerde körlük, beyin iltihabı görülebilir. Bebek doğumdan sonra kısa dönem içinde bu hastalığı kaparsa, bebeğin ölüm riski yüzde 50'dir. Eğer erken teşhis edilirse bazı ilaçlarla kontrol altına alınabilir.”

AIDS RİSKİNİ ARTIRIYOR

Abalı, hastalığın AIDS riskini de arttırdığını belirtti.

Genital herpesin yakın temasla bulaşıcı bir hastalık olduğunu anlatan Abalı, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Hastalığın cinsel yolla bulaşıcılığı yaygındır. Bu hastalık, cinsel ilişki sırasında AIDS'in daha kolay bulaşmasına neden olur. Çünkü açık yara HIV virüsünün daha kolay büyümesine yardımcı olur. Eşcinsellerin genital herpese yakalanma riski eşcinsel olmayanlara göre daha fazladır. Genital herpes eşcinsellerde daha sık görülür. Bunun nedeni cinsel alışkanlık, korunmasız ilişki ve partner sayısının fazla oluşudur. Böyle kişiler risk altındadır. Hayat kadınlarında da sık görülür. Şüpheli cinsel ilişkisi olan partner sayısı fazla olan ve korunmasız cinsel ilişkiye giren kişiler riskin fazla olduğu gruplardır.”

Güzel vücudun yeni formülü

Güzel vücudun yeni formülüYaz mevsimine yaklaşmaya başlanılan bugünlerde kadınları da güzel vücut kaygısı almış durumda.

Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Plastik Estetik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Ercan Karacaoğlu, kadınların daha çok kalça estetiği için geldiğini en çok da Beyonce’yi örnek gösterdiklerini belirterek “Vücudun uyumu için tek başına kalça estetiği sonuç vermez.
Bel, kalça ve bacakları birbiriyle uyumlu hale getirince düzgün bir görünüm otaya çıkar” diyor.

Bel, bacak ve kalça estetiğine son zamanlarda ilgi daha da arttı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Dolgun, yuvarlak ve dik görünümlü, giyilen kıyafeti tam dolduran kalçalar günümüzde tüm kadınların en çok sahip olmayı arzuladıkları şeylerden biri… Dolgun ve yuvarlak  Latin tipi Beyonce gibi kalçalar günümüz kadınları arasında gittikçe popülarite kazanmakta.

Son 10 yılda bu tip kalçalara ulaşmak için bu estetiği yaptıran kadınların sayısı çok belirgin artış gösterdi. Artık pek çok kadın (ünlü, çalışan  veya ev hanımı) düz, silik, düşük ve kare  kalçalardan kurtulmak için estetik plastik cerrahiye müracaat ediyor. İlerleyen teknoloji ve plastik estetik cerrahi teknikler sayesinde bu durum kadınların lehine gelişiyor; ancak sadece kadınlar değil, günümüzde  küçük ve silik kalçalı erkekler de daha biçimli kalçalar için aynı ameliyatı istiyorlar.

Çalışan kesim kadar ev kadınları da eteğin, pantolonun duruşu, bacakların vücut ile uyumu konusunda daha titiz davranıyor. Özellikle de Beyonce’nin kalçaları çok örnek alınıyor. Yani artık kadınlar JL gib geniş kalça değil dik ve dolgun kalça istiyorlar.

Bu tür estetik yaptırmak isteyen kişilere nasıl bir işlem uyguluyorsunuz?
Kalça estetiği için gelen kişinin bel, bacak ve kalça ölçülerine ve birbirlerine oranlarına bakıyoruz. Bunların sonucunda o kişiye göre bir ölçü belirliyoruz. Çünkü kimisinin bacakları uzun kimisinin kısa olabilir. Genellikle kalça için gelen kişilere biz kontür estetiği yaparak bel ve aşağısını en doğru ve estetik şekilde oluşturmayı amaçlıyoruz.

Kontür estetiği operasyonları nasıl gerçekleşiyor?
Bir kişiye kontür estetiği yapacaksak hepsini tek operasyonla yapabiliyoruz. Kişinin durumuna göre de bölgeye göre değişik teknikler kullanıyoruz. Özellikle ince bel oluşumu için sıklıkla liposuction, lazer lipoliz, kalça küçültülmesi için estetik bir norm içinde kontör verilmesi, belin inceltilmesi için fazla yağların alınması gibi teknikler uygulanarak başarılı bir şekilde kadınların en çok istediği ince bel, dik popo ve düzgün bacaklar üçlüsü oluşturuluyor.  Aynı zamanda kişinin belinden aldığımız fazla yağları belirli bir işlemden geçirerek kalçalarına enjekte edebiliyoruz, böylece aslında iki işlemi aynı anda çok daha rahatlıkla yapabiliyoruz.

Kişi ne kadar hastanede kalmalıdır? 
Bu operasyonlar birkaç saat sürer ve kişinin hastanede 1 gün kalması yeterlidir.

Kişiler eve geçtikten sonra nasıl bir süre geçirmelidir?
Bu operasyonun iyileşme süresi 5–7 gün arasında değişir. Bu süre içinde kişinin evde yatması gerekmiyor, sadece kendini yormadan evde dinlenmesi yeterli oluyor. Kişi bir hafta sonra işine dönebiliyor. Operasyonla ilgili şişliklerin inmesi ise birkaç haftayı bulabiliyor.

Yaşlandıkça uyku azalmıyor

Yaşlandıkça uyku azalmıyorİnsanların yaşlandıkça uykuya daha az ihtiyaç duydukları inancının efsane olduğu bildirildi.

Daily Telegraph'ın haberine göre, California Üniversitesinden uyku ve hafıza alanında uzman Prof. Sean Drummond, aslında yaşlıların da gençler kadar uykuya ihtiyaç duyduğunu belirterek, az uyumanın yaşlılarda hafızanın azalmasının nedenlerinden biri olduğuna da dikkat çekti.



Prof. Drummond, yaşlıların deliksiz uyumakta güçlük çekmelerinin, uykuya daha az ihtiyaçları olduğu yönünde yanlış bir inanışa yol açtığını bildirdi.

Amerikan İlmi İlerletme Derneği'nin toplantısında konuşan Drummond, 35 yaşındaki uyku süresini korumanın "idraktaki yaşla ilgili azalmayı" engellemeye yardımcı olabileceğini ve genel olarak sağlığa olumlu katkısı olacağını söyledi.

Bir kişinin 35 yaşındaki uyku süresiyle 75 yaşındaki uyku süresinin aynı olması gerektiğini belirten Drummond, "İnsanlar yaşlanınca uymakta güçlük çekiyorlar ve bunun artık daha az uykuya ihtiyaçları olduğunun bir işareti olduğunu düşünüyorlar. Aslında olay başka. Yaşlanınca uykunun kalitesi düşebilir, ama süreyi korumalıyız" dedi.

Prof. Drummond, yaş ortalaması 68 olan yaşlılar üzerinde yaptığı araştırmada, yetersiz uykunun beynin çalışma yeteneğini önemli ölçüde etkilediğini belirledi.

Araştırmaya katılanlar arasında daha az uyuyanların, kendilerine verilen bir isim listesini hatırlamakta daha çok güçlük çektikleri ortaya çıktı.
"İnsanlar az uykuyla da idare edebileceklerini sanıyorlar, ancak hafıza testleri bunun tersini söylüyor" diyen Drummond günde 7-8 saat uykunun normal olduğunu söyledi. Drummond, "6 saatten az uyku işlerini yapma ve hatırlama yeteneğini etkiler" diye konuştu.
Drummond, yaşlanınca vücudun 24 saatlik ritminde değişikliler olması sebebiyle yaşlıların daha bölük pörçük uyuduklarını, bunun da gündüz uyuklamalarına gece de uyuma güçlüğü çekmelerine yol açtığını anlattı.

Ayakkabı alırken bunlara dikkat

Ayakkabı alırken bunlara dikkatSivri burunlu, yüksek topuklu, rengarenk ayakkabı ve çizmeler hiç kuşkusuz hemen hemen her kadınının gardrobunda yer almakta… Görsel olarak hoşa giden bu ayakkabılar bazen ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Önemli olan ayakkabı seçerken aynı zamanda da ayak sağlığını gözardı etmemek.

Ayak problemlerinin önemli bölümü, yanlış ayakkabı seçiminden ortaya çıkar.
Bilinçli ayakkabı seçimi ise yaşam süreci içinde oluşabilecek bazı sağlık problemlerini engelleyebilir. Ayak sağlığı için, öncelikle ayağın şekline uygun ayakkabılar seçmeye özen göstermek gerekir. Rast gele, "Sonradan genişler" düşüncesiyle alınan ayakkabılar ayak sağlığını olumsuz etkiler. Bu tür  ayakkabılar parmaklarda şekil bozukluğu, basma bozukluğu, tırnak batması, ayak mantarı, nasır,  yorulma, bilek burkulması, ayak, bacak ve bel ağrısına neden olabilir. Memorial Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Yalın Dirik, ‘Yanlış ayakkabı seçiminin getirdiği rahatsızlıklar ve dikkat edilmesi gerekenler’ hakkında bilgi verdi.

Model ve Renkten Önce Rahatlığına Bakın

Ayakkabı seçerken model ve renkten önce ayakkabının rahatlığına, doğal malzemelerden imal edilmiş olmasına özen gösterilmelidir. Dar kalıplı, üstü basık, sivri burunlu, yüksek topuklu ayakkabılar birçok sağlık problemlerine davetiye çıkartmaktadır ayrıca  ayakkabı seçerken kişinin çalışma koşullarını da göz önünde bulundurması gerekmektedir.

Yüksek Topuklu ve Sivri Burunlu Ayakkabılardaki Tehlike

Özellikle yüksek topuk ve sivri burunlu ayakkabı tercih eden bayanların ayak başparmağı dışa doğru yönelir, ayağın iç yan kenarında da kemik çıkıntısı oluşur. Halluk Valgus denilen bu sorun ayakkabı tercihleri nedeniyle kadınlarda erkeklere oranla 5 kat fazla görülmektedir.
Hastalar hekime ağrılı iç ayak çıkıntısı, ikinci parmağın ayakkabının tavanına sürtmesi, ayak tabanında ağrılı nasır bulunması, ayakkabı sorunları, bazen de tamamen kozmetik nedenlerle gelirler. İlerleyen durumlarda başparmak ekleminde kireçlenme görülür. Yürüme çok olumsuz etkilenir. Bir çok tedavi seçeneğinin söz konusu olduğu bu sorunun çözümünde hasta-hekim iletişimi çok önemlidir. Hastalığın derecesine göre parmak arası makara, gece atelleri, metatarsal petler, uygun ayakkabılar ve çeşitli ameliyatlar (yumuşak doku-kemik) söz konusudur.

Ayakların hava almaması ameliyata dahi neden olabilir 

Uygun olmayan ayakkabılar, ayağın yeterli şekilde havalandırılmasını engelleyen sentetik çorap ve ayakkabılarla, yanlış tırnak kesimi özellikle baş parmakta etin tırnağa batmasına neden olmaktadır. Böyle bir durumda kişi şiddetli bir ağrı duyar. Bu arada eklenen enfeksiyonlarla ağrı duyarlılık, akıntı, batan tırnak çevresinde şişlik gelişir. İlerleyen vakalarda kemik iltihabı gelişmesine yol açabilir.
Tırnak batmasını önlemek için, uygun ayakkabı giymek, tırnakların uzun eksenlerine dik bir açı ile ve belirgin köşeler bırakacak şekilde kesmek ve ayak temizliğine özen göstermek gerekmektedir. . Özellikle ilerlemiş vakalarda ameliyat kaçınılmazdır. Tırnak çekimi bir yöntemse de, nüks oranı yüksek olduğundan kalıcı çözüm sağlayamamaktadır. Diğer bir  yöntem, batan tırnağın kısmi çıkarılmasıyla birlikte, ilgili tırnak yatağının çıkarılması ameliyatıdır. Bu ameliyat, soruna kalıcı çözüm sağlamakla birlikte, parmak ve tırnak estetiği de zarar görmemektedir.

Yanlış Ayakkabı Seçiminin Getirdikleri

Çekiç parmak: Parmaklar, ayakkabının ucuna doğru itildiğinde, biçimsiz olarak kıvrılır ve parmağın orta eklemi bükülerek oluşan şekil bozukluğu, ayakkabının üst kısmına baskı sonucu ağrıya neden olur.
Nasır oluşumu: Ayakkabı ile ayağınız arasındaki sürtünme sonucu derinin sertleşip kalınlaşmasıyla nasır oluşur. Daha çok parmak altında veya parmak aralarında görülür.
Ayak bileği incinmeleri: Yüksek topuklu ayakkabı giyenlerde vücudun ağırlık merkezi öne kayar ve insan parmak ucunda yürüyormuş gibi olur. Ağırlığı destekleme alanı daraldığı için de dengenin çabuk bozulması sonucu düşme, ayak burkulması ve ayak bileğinde incinmeler meydana gelebilir.
Bacak ağrısı: Yüksek topuklu ayakkabı zamanla, baldır kaslarında kısalmalara neden olur. İlaveten vücut ağırlık merkezinin öne kayması nedeniyle bacak kaslarında aşırı zorlanma ve ağrılar görülebilir.
Diz ağrısı: Yüksek topuklu ayakkabı giymek vücudun ağırlık merkezini öne kaydırarak dize ilave yük bindirir. Bu da dizlerde ağrı ve ileri yaşlarda kireçlenmelere neden olur.
 Bel ağrısı: Vücudun ağırlık merkezinin öne kayması belde kavis artışına neden olur. Bu da bel kaslarında aşırı gerginlik ve ağrı yapar. Fazla kilolar, bu ağrıyı daha da çoğaltır.

 Ayakkabı Alırken Dikkat Edilmesi Gerekenler

•  Ayakkabılarınızı akşama doğru alın. Gün boyu ayaklarınıza yük bindiği için akşama doğru ayaklar şişer ve genişler. Böylece akşam alınan ayakkabı rahat ise, gün boyu giydiğinizde rahatsız etmez.
•  Ayakkabının uzunluğu ve genişliği ayağınızla orantılı olmalıdır. Yaş ilerledikçe ayak tabanında çökme sonucu ayaklar uzar ya da genişler, bu nedenle ayak numaranızı aralıklı olarak kontrol edin.
•  Ayakkabı ayakta üzerine basarak denenmelidir. Çünkü yük bindiğinde ayak genişler ve uzar.
•  Ayakkabı alırken her iki ayakkabı da denenmeli, çoğu kişide, iki ayağın boy ve genişliği aynı değildir.
•  Ayak bileği burkulmalarını önlemek için daha geniş ve daha kısa topuklu olanları tercih edin. Ayakkabının topuk yüksekliği 2,5 cm’yi aşmamalı.
•  Parmaklarınızın normal şeklini korumak için, sivri burunlu ayakkabılardan kaçının.
•  Ayakkabı seçerken altının “şok alıcı” özelliği olmasına dikkat edin. Tahta veya benzeri çok kalın ve esnek olmayan ya da çok ince olan ayakkabılar, ayak bağ ve eklemlerine aşırı yük bindirerek ağrıya neden olur.
•  Ayakkabının iç kısmı çok kaygan ve sert olmamalı ve ayağın doğal yapısına yani ayak kavislerine destek verecek biçimde olmalı.
•  Ayakkabının parmak ucundaki yüksekliği, ayakkabının içinde parmaklarınızı kıvıracak kadar yüksek ya da esnek olmalı.
•  Kesinlikle satıcının, ayakkabının açılıp ayağınıza uyacağı sözlerine kanmayın. Düzgün ayakkabıda böyle şey olmaz.
•  Ayağınızın hava almasına izin veren materyalleri, örneğin köseleyi tercih edin, naylon ve benzeri ayakkabılardan kaçının.
•  Ayağınıza tam uyum gösteren numarayı alın. Ayağınızın anatomik yapısına uymayan ve büyük yada sıkan ayakkabıyı giymek hem sakıncalıdır, hem de ayakkabıyı deforme eder. En uzun parmağınız ile ayakkabının ucu arasında yarım santim boşluk olmalıdır.

Bu test kilo aldırmıyor

Bu test kilo aldırmıyorHangi besinlerin size kilo aldırdığını York Testi ile bulmak mümkün.

Vücudunuz siz farkında olmadan bazı besinlere karşı tepki veriyor olabilir. Son derece masum gözüken bir gıda türü, sindirim sisteminizde problem oluşturuyor ve sindirilemeyen besinler bağışıklık sisteminizi, aynı bir virüs veya bakteri gibi savunma sisteminizi tetikleyerek sizi hasta ediyor veya kilo almanıza sebep oluyor olabilir.



York Testi parmak ucunuzdan alınan kanı inceleyerek vücudunuzun hangi besinlere karşı intoleransı olduğunu tespit eder ve neticeye göre uygulamanız gereken beslenme programını oluşturur.

York Testi nedir ve nasıl yapılır?
York Testi sizin vücudunuzda problemlere yol açan gıdaları tespit eden bir testtir. Gıdalar kilo ile ilgili problemler oluşturabileceği  gibi, migren, bağırsak problemleri, cilt hastalıkları gibi kronik hastalıklara yol açıyor olabilir. York Testi ile zaman kaybetmeden hangi gıdaların şikayetlerinize sebep olduğu belirlenir ve bu besinleri diyetinizden çıkarmanız şikayetlerinizi giderebilir. York Testi bir kan testidir.

Bu test ile zayıflamak mümkün

Size dokunan gıdaları tükettiğiniz de devamlı savaş komutu alan bağışıklık sistemi vücuda daha fazla enerji depolaması gerektiği mesajını vererek alınan yiyecek ve kalorilerin direkt yağ olarak depolanmasını sağlar yani yağ metabolizması da değişir, metabolizmanız yavaşlar, hem kilo alırız hem de aldığımız bu kiloları ne kadar diyet ve spor yapsakta vermekte çok zorlanırız. Şu an bir çok kişi York Testi yaptırark diyet ve egzersiz programına başlıyor ve başarılı sonuçlar alınıyor.

Doktor ve diyetisyenler neden bu testi tercih ediyorlar?

York Testi eski tip gıda intoleransı testler gibi sadece Total igG antikorlarını incelemez, Sub Class 4 sistemi ile IgG antikorlarının detayına iner. Eski tip testlerde hastaya pratikte uygulaması mümkün olmayan problemli 30-40 gıda listesi veriliyordu. Ancak York Testi, ortalama bir hastada, yaptığı 4 kategori incelemesi ile  3-4 gıda gibi, gerçekten size dokunan besinleri tespit eder.

22 Şubat 2010 Pazartesi

Yorgunluğun nedenleri

Yorgunluğun nedenleriİşte size yorgunlugun-7-nedeni! haber detayımıza bir göz atınız.

Uzmanlar, sağlıklı yaşadığı halde kendini yorgun hissedenlerin mutlaka check-up'tan geçmesini tavsiye ederek, "Yorgunluğunuzun sebebi yoğun iş temposu değilse bir sağlık sorununuz olabilir" diye söylüyor.

Sürekli yorgunluğa sebep olan 7 etken şöyle:



Kansızlık: Üretkenlik çağınızda iseniz ve özellikle adet dönemleriniz uzun sürüyorsa, miyomlarınız varsa ya da yakın zaman önce doğum yaptıysanız, bunlara bağlı kan kaybı nedeniyle kadınlarda yorgunluğun birinci nedeni olan anemi gelişmiş olabilir. Kanamalar sonucunda kanda oksijeni taşıyan alyuvarlardaki demirden zengin bir protein olan hemoglobin miktarı azalır. Dokular ve organlar yeterince oksijen almayınca bunun sonucu yorgunluktur. Kansızlığın diğer nedenleri iç kanama veya demir, folik asit ya da vitamin B12 eksikliği olabilir. Böbrek hastalığı gibi kronik hastalıklar da kansızlığa neden olabilir. Baş dönmesi, solukluk, üşüme hissi, kalp atımında hızlanma kansızlığın diğer belirtileridir. Kansızlığın tanısı için doktorunuz bir kan testi isteyecektir. Eğer sebep demir eksikliği ise demir takviyesi gibi kansızlığın nedenine yönelik tedavi uygulanır. Etkili tedaviyle yorgunluk, en geç 30 günde geçecektir.

Troid bezinin yavaş çalışması: Genel olarak enerji düzeyiniz hep düşükse, kendinizi tükenmiş ve hatta biraz depresyonda gibi hissediyorsanız bunların sebebi yavaş çalışan tiroid bezi olabilir. Tiroid bezi vücudun enerji metabolizmasını kontrol eder. Kadınlarda sanıldığından çok daha yaygın olan tiroid bozukluğu T3 ve T4 gibi tiroid hormonlarının düzeyinin saptanmasıyla teşhis edilebilir. Bu hormonlar düşükse dışarıdan hormon takviyesi yapıldığında yorgunluk şikayetiniz kısa zamanda geçecektir.

İdrar yolu enfeksiyonu: Kadınların çoğunda idrar yolu enfeksiyonu yanma veya sık idrara gitme ihtiyacı gibi belirtilerle birlikte ise de bazı hastalarda hiçbir belirti olmayabilir ya da belirtiler hafif olduğundan fark edilmeyebilir. Sürekli yorgunluk da bu gibi idrar yolu enfeksiyonlarının tek belirtisi olabilir. Cinsel birleşme bakterileri idrar yolunun ağzından vajinaya doğru ittiğinden bu riski artırabilir. Bir idrar tahliliyle teşhis konulabilir. Genellikle ağızdan alınan bir antibiyotikle tedavi hızlı ve kolay sonuç verir. Yorgunluk da birkaç gün içinde kaybolur. Bir süre sonra yorgunluk veya başka belirtiler tekrarlarsa tekrar idrar testi yaptırın çünkü bazı kadınlarda idrar yolu enfeksiyonları kroniktir.

Fazla kafein alımı: Hızlı bir enerji desteği için çoğumuz kahve ya da kola içeriz ama bazı kadınlarda kafeinin fazlası ters bir etki yapabilir. Bir uyarıcı olan kafein, fazla miktarda alındığında yorgunluğa neden oluyor. Bu nedenle kafein alımının daha da artırılması sorunun kötüleşmesinden başka işe yaramıyor. Çözüm; yaşantınızdan kafeini mümkün olduğu kadar çıkarın. Bu, sadece kahvenin değil çikolata, çay, kola ve kafein içeren bazı ilaçların da kesilmesi anlamına geliyor.

Besin intoleransı: Besinlerin bize enerji verdiği kabul edilir ama bazı doktorlar gizli besin intoleranslarının bunun tersine yol açtığına inanıyor. Hafif bir besin intoleransı bile uykunuzun gelmesine yol açabilir. Tolere edemediğiniz yani yendiğinde size, sizin bu besine bağlamadığınız ve ondan olduğunu düşünmediğiniz rahatsızlıklar verebilen bazı besinler olabilir. Bu besinlerin farkında olmadan sürekli yenilmesi, kendinizi sürekli yorgun ve tükenmiş hissetmenize neden olabilir. Eğer belirli besinleri
yedikten sonra 10-30 dakika içinde uykunuz geliyor, kendinizi kötü hissediyorsanız şüphelendiğiniz besinleri beslenmenizden çıkarın. Böyle bir şüpheniz varsa doktorunuzla konuşun.

Uyku apnesi: Yeterli uyku uyumuyorsanız bu bir yorgunluk sebebi olabilir. Ama ya yeterli uyku uyuyup da aslında uykunuzu almadığınızı bilmiyorsanız? Uyku apnesi olarak bilinen durumda siz uykuda iken genellikle her gece birçok kez nefes almanız durmaktadır. Sonuç, gece kaç saat uyursanız uyuyun bütün gün yorgun olmanızdır. Uyku apnesi konusunda uzmanlaşmış bir doktorun yardımıyla uyku laboratuvarında bu hastalığa tanı konulması mümkündür. Uyku apneniz varsa doktorunuz kilo verme ve sigarayı bırakma gibi
yaşam tarzı değişimleri önerecektir. Siz uyurken hava yollarını açık tutan cihazlar veya nefesle tetiklenen basınçlı hava cihazları kullanılabilir. Aşırı olgularda, yeterli hava akımının sağlanması için ameliyat gerekebilir.

Tanı konmamış kalp hastalığı: Elektrikli süpürgeyle evi temizlemek, bahçe işleri veya olağan günlük işlerinizi yapmak gibi sıradan işler sizi yoruyorsa, kalbiniz SOS sinyali gönderiyor olabilir. Eğer bu basit hareketlerle gelen yorgunluk hissi hele birdenbire ve sebepsiz yere ortaya çıktıysa ciddi durumların habercisi olabilir, beklemeden doktorunuza danışmalısınız.

Aşk bir hastalık mıdır?

 Aşk bir hastalık mıdır?Aşk hayatımızı yeniden irdelememizde çok yararlı bir rol oynadığını belirtiliyor.

Amerikan Hastanesi Uyku Bozuklukları Kliniği Şefi Dr. Sabri Derman, romantik aşkın bir hastalık olmadığını; yakın çevremizle ilgili farkındalıklarımızın keskinleşmesinde, sosyal farkındalığımızın artmasında, varlığı ve yokluğu ruhumuzun balansını en derinden bozan öğe olan aşk hayatımızı yeniden irdelememizde çok yararlı bir rol oynadığını söylüyor.



Nasıl evlilik yıl dönümleri beraber geçmiş ve geçmemiş günlerinizi yeniden değerlendirilmesine, yılbaşları daha çok iş ve sosyal yaşamımızın gözden geçirilmesine, doğum günleri yaptıklarımızla yapacaklarımız hakkındaki perspektif ayarlamalarına vesile oluyorlarsa aşıklar günü de, sevdiklerimizi ve sevemediklerimizi düşünmemize yol açıyor. Psikolojik anlamda bu özelleştirilmiş günler, bizim kendimiz ve yakın çevremizle ilgili farkındalıklarımızın keskinleşmesinde, sosyal farkındalığımızın artmasında, çiçek, çikolata, yemek, tiyatro, mum, hafif müzik, tütsü, kırmızı iç çamaşırı gibi rutinlere ilaveten, varlığı ve yokluğu ruhumuzun balansını en derinden bozan öğe olan aşk hayatımızı yeniden irdelememizde çok yararlı bir rol oynuyor.

Son yıllarda dinamik görüntüleme tekniklerinin yardımıyla sadece beyin yapılarının değil, işlevlerinin de renkli resimler ve kliplerle belirlenebilmesi, iki kulağımızın arasındaki 1.350 gramlık et parçasının fiziksel olduğu kadar duygusal alanda da ne denli olağanüstü karmaşık bir yapıda olduğunu bir kere daha ortaya koyuyor.

"Aşka dair" konularda sürpriz sayılacak gelişmelerden bazıları, kadın beyninin gerçekten daha küçük olmakla beraber en az erkek beyni kadar mükemmel olduğunun bunu da gramajdan kaybettiğini "verimli çalışmayla" dengelediğinin gösterilmesi, anatomik yapı olarak, sinir hücresi yoğunlukları, sinirler arası kimyasal ileticilerin cins ve miktarlarındaki dağılım farklılıkları ve nihayet bilgiyi alma, işleme, depolama ve geri-çağırma konularındaki işlevsel farklılıklar gösterilebilir. Kadınlarla erkeklerin beyni hem yapısal hem işlevsel olarak farklılıklar gösteriyorlar çünkü bazı farklar onların biyolojik olarak üstlendikleri görevleri daha iyi yerine getirmelerini sağlıyor.

İnsanların aşık olacakları ve/veya eş seçecekleri insan hakkında beyinlerinde taşıdıkları şablonların 2 ile 8 yaşlar arasında oluştuğu düşünülüyor. Bu özellikler sadece yakınlarında olan anne, baba, kardeş, bakıcı, akraba, öğretmen, arkadaşlar tarafından değil, sinema, TV, dergi vb kaynaklarda rastladıkları ve etkilendikleri sanal kişilerle de belirleniyor. Beynin derinliklerinde birçok farklı alanda depolanan bu sevgili/eş resmine uygun bir kişiye rastlayınca, şimdi beyinde romantik aşk dediğimiz bir "kimyasal heyelan" ortaya çıkıyor. Basit bir tetiklenme değil bu! İlk etkileri saniyeler, dakikalar içinde (yıldırım aşkı), daha karmaşık etkileri günler, haftalar içinde beliriyor ve beynimizde – zorlama bir ayırım yaparsak bir çok farklı duygusal ve bedensel olayı harekete geçiriyor. Bunların en önemlileri, otonomik sistemimizi canlandıran dopamin ve noradrenalin salgılarının artması.

Testosteron hormonunun artmasıyla artan seks dürtüsünün aksine bunlar, bedensel ve duygusal bir ödüle ulaşma konusunda beynin ve vücudun hedefe kilitlenmesini ve ona ulaşmak için biyolojik anlamda "gaza basmasını" sağlıyor. Kalp atışları hızlanıyor, ateş basmaları, terlemeler oluyor, iştah azalıyor, sevgili dışında her şey ve herkes giderek önem ve açıklık kazanıyor. Konsantrasyon saplantıya varacak düzeylere çıkıyor, uyku kaçıyor, aşık olunan dünyanın en akıllı, güzel, sevimli, iyi huylu bulunmaz hazinesi haline getirilirken bütün olumsuz özellikler beyin tarafından filtreleniyor, çarpıtılıyor ve bastırılıyor. Bu süreç içinde aşık olunana ulaşamama, sadece ulaşma dürtülerini daha da arttırmaya, yanmaya tutuşmaya sebep oluyor.

Tahmin edileceği gibi, biyolojik bir sistemin yemeden içmeden uyumadan kısıp metabolizmasını ve beyin faaliyetlerini tek bir kişide yoğunlaştırması uzun süreli olamaz. Bu noktada iki olasılık var: Birincisi sevgiliye ulaşmak, birlikte olmak, birlikteliği sürdürmek ve bunun sonucu "motorun turunu düşürmek" ikincisi, ilgiyi hastalıklı bir saplantı haline getirmek, yıkıcı ve zarar verici fikirleri giderek arttırmak ve sonunda sevgiliye ve kişiye zarar verecek akıl hastalığı düzeyine vardırmak. Cinayetler, intiharlar, yakmalar, yıkmalar bu aşama ortaya çıkan çaresizliklerin olumlu yoldan çözümlenememesi halidir. Eğer sevgiliye ulaşılırsa beyinde farklı hormonlar, oksitosin ve vazopressin gibi kimyasallar, çiftin "aşkın ateşinden" çıkıp, zamanla "oda ısısında" bir sevgiye, güvene ulaşmalarına karşılıklı saygı ve bağlılığa ulaşmış bir çift olarak çok uzun yıllar beraber olmalarını sağlıyor. Bütün bu anlattıklarım hem insanlardaki laboratuar testleriyle, hem de hayvanlar aleminde yaşayan bazı tek eşli hayvanlarda yapılan deneysel yöntemlerle ortaya konmuş bulunuyor.

Eğer sevgiliye ulaşılırsa beyinde farklı hormonlar, oksitosin ve vazopressin gibi kimyasallar, çiftin "aşkın ateşinden" çıkıp, zamanla "oda ısısında" bir sevgiye, güvene ulaşmalarına karşılıklı saygı ve bağlılığa ulaşmış bir çift olarak çok uzun yıllar beraber olmalarını sağlıyor. Bütün bu anlattıklarım hem insanlardaki laboratuar testleriyle, hem de hayvanlar aleminde yaşayan bazı tek eşli hayvanlarda yapılan deneysel yöntemlerle ortaya konmuş bulunuyor.

Aşk konusundaki anlaşılmazlığın temelinde, sanırım, kavram kargaşası yatıyor. Seks, şehvet, arzulama, üreme dürtüsü, sosyal statü aracı olarak seks alma ve verme, toplumsal baskınlık için elde etme, elde tutma ve elden çıkartma gibi çok farklı duygusal durumlar için "aşk" kelimesi kullanılıyor. Cuma akşamından Pazartesi sabahına "aşklar" yaşanıyor, yenisi bulunana kadar seviyeli beraberliklere giriliyor, ve bunların hiçbirisi "romantik aşkı" tarif etmiyor

Aşkın biyolojik önemi ve temel işlevi, evrim süreci içinde ortaya çıkan ve bizi akıllı maymunların çok ötesinde yaratıklar haline dönüştüren beyin gelişmesi ile ilgili. Bence romantik aşk olmasaydı insan neslinin sürmesi mümkün olmazdı. Bizi nesli tükenmiş maymunsu/insansı diğer primatlarda ayıran en kritik evrimsel sıçrama, üreme yaşına gelmiş insanlar arasında ortaya çıkan "mucizevi" aşk duygusu ve bağlılığıdır.

Atalarımızın dört ayaktan vazgeçip ayağa kalkmasının bedeli olarak doğum kanalının küçülüp uzamasına yol açan sürecin, bir yandan beynin büyüyüp özelleşmesine olanak sağlarken, tam gelişmiş büyüklükte bir beyni olan çocuğun normal yoldan doğumunun olanaksız hale gelmesi, nesil tüketecek bir sorun yarattı: Yüzbinlerce yıl öncesinin mağara koşullarında aylarca gebe, sonra aylarca-yıllarca aciz bir bebek bakmakla yükümlü olan bir annenin, kendisini ve yavrusunu koruyup besleyecek bir "partner" bulmaya ve elde tutmaya ihtiyacı var!

Bu ikilinin, bizim şimdiki babalık kavramı ve bilgilerinin olmadığı bir çağda, seks, şehvet, sosyal üstünlük kanıtlama gibi katma getirileri olmadan birbirine ve yeni doğan bebeğe yıllarca (yaklaşık 3 yıl kadar) "karşılıksız" bakmaları ancak son derece güçlü ve özverili bir duygusal ilişkiyle olur. Bu ilişkiyi yönlendiren duygular ve bunları yöneten fizyolojik sistemler, tıpkı gebelik, doğum, ergenlik, menopoz gibi doğal yaşamın doğal süreçlerinden biri olan aşktır. Ne hastalıktır, ne anormallik. Her insanda biraz farklı ortaya çıkan ve gelişen bir insanlık halidir. Son 8-10 senede evrimsel gerekliliğinden uzaklaşıp daha çok duygu zenginlikleriyle bezenmiş olsa da, aşk yaşanabilecek en karmaşık ve iz bırakan duygu durumlarından birisidir.

Üstelik bu haliyle aşk, üreme fizyolojisinin ve neslin sürdürülme dürtülerinin çok üstünde farklı bir düzeye çıkmıştır ön beynimizin gelişmesi sayesinde. Üstelik duygu ağırlığı üstün bu tutkular, sevenler arasındaki cinsiyet, yaş, sosyal statü, ırk, din gibi farklılıkların da üstesinden gelebilecek bir güce ulaşmıştır. Montaigne'nin dediği gibi "Her insanda insanlığın her hali vardır", bu nedenle de insan sayısı kadar çeşitli aşk vardır, her aşk eşsizdir, kendi içinde her biri güzel ve saygıdeğerdir. Marifet yargıcı olmadan bu duyguyu dürüstçe ve alabildiğine yaşamak, değerini bilmek ve anısına saygı gösterebilmektir.

Related Posts with Thumbnails
Dantel Modelleri Örgü Modelleri Hobi Dünyası
En güncel Kadın Giyim Moda sitesi.